Hoca’nın yaptıklarından, yapabileceklerinden ve duruşundan bahsetmeyeceğim. Zira “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz; şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde’’ demiş Ziya Paşa.

Ama siyasette salt işe bakılmıyor. Koordinasyon ve politika istikrarı, harcamak zorunda bırakıyor bazen en yakınındakini ve en iyisini bile…

Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki mevzu da bundan ibaret. Siyasi geçinme sorunu yaşandı ikili arasında. Hoca kendini kanıtlamak istedi; ama bu durum Erdoğan ile belli noktalarda fikir ayrılıklarının oluşmasına sebep oldu. Hoca da Reis gibi kendi bildiği doğruların peşinden gitti. Ama bir Reis’in doğrusu diğer Reis’in doğrusunu çiğniyordu.

Anlaşıldı ki iki DOĞRU fazlaymış…

Anlaşıldı ki iki REİS fazlaymış…

Aslında davalar aynı ama usuller farklıydı sadece. 13 yıllık “Erdoğan usulü’’nü değiştirip “Davutoğlu usulü’’nü enjekte etmeye çalıştı Hoca. Akademisyenlerin parti içindeki ağırlıklarını artırdı. Ulusal ve uluslararası politikada daha realist ve uzun vadeli stratejiler uygulanmaya başlandı. Fakat özellikle Suriye politikasında büyük hatalar yapıldığı görüldü.

AB ile çok büyük anlaşmalar yapıldı ve aşamalar katedildi. Ama aşamalar geçildikçe AB’nin bizden aldığı ve almak istediği şeylerde arttı haliyle. Davutoğlu, ne olursa olsun bu AB sürecini nihayete erdirmek istedi. Ama Erdoğan, bu kadar hızlı ve iştahlı görünmek istemedi. AB’nin, Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin kaldırılması için şart koştuğu “Terörle Mücadele Kanunu’’nun değiştirilmesini istemesi son damla oldu ve Erdoğan’ın temkinli davranmasını haklı gösterdi bizlere. Bu yüzdendir ki hocadan sonra vakit kaybetmeden bu süreçteki tavrını net şekilde ifade etti ve şöyle dedi AB’ye: “Kusura bakma. Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git.’’ Erdoğan’ın esnaf taktiği tutacak mı bilmiyorum ama Avrupalılar’ın bu taktikten haberleri olmadığına eminim. Bu yüzden şaşkına dönmüş bir şekilde bulabiliriz ecnebileri.

Neyse konumuza geri dönersek…

Parti içinde; hem seçim döneminde milletvekilleri listelerinin hazırlanmasında hem de kabinenin oluşturulmasında anlaşmasızlık olduğu biliniyordu. En son olarak da akademisyenlerin tutuklu yargılanması olayında yaşanan ihtilaflar aşikâr bir hal almıştı.

Ayrıca, başkanlık yolunda daha fazla vakit kaybetmek istenmedi. Daha ne bekleniyordu ki?

Hem parti içinde hem ülke içi siyasetinde hem de dış politikada yaşanan ihtilaflar sonraki ihtilaflara gebeydi. Partinin ve hükümetin daha fazla zarar görmemesi için erkenden önlem almak istedi Erdoğan.

Doğru bir hareket miydi?

Akli ve mantıki olarak davaya zarar verecek sorunların vuku bulması yerine böyle bir önlemin alınmasını kabul edebilsem de vicdanım kabul etmiyor maalesef. Vicdanım kabul edebilseydi eğer; bu vak’ayı bana soranlara cevaplamakta zorlanmazdım ve sessiz kalamazdım.

Dedik ya sorun ihtilaftı diye. İhtilaf iki kişi arasında çıkar. İki karar mercii arasında çıkar. O karar mercilerini bire indirirseniz ihtilaf da kalmaz. Öyle de oldu!

Demek ki iki REİS fazlaymış bize…