İhsan Şenocak’ın tam olarak hangi suçtan olduğu belli olmayan bir sebeple açığa alınmasının ardından toplumda bir tepki oluştu. Anadolu, kendi nazarında kıymet verdiği hocasına sahip çıkma yönünde tavır aldı ve sarı öküzü vermedi, vermeyecek de…
Ömrünü İslam’la savaşmaya, Müslümanlar’a hakaret ve iftira etmeye adamış adamların sistematik olarak İhsan Şenocak’a saldırması sonuç almıştı ve kendi hanelerine zafer yazılmıştı. Millet biliyordu ki, başından beri İhsan Şenocak’a saldıranlar iki cepheydi ve İhsan Şenocak’ın şahsı değildi asıl mesele. Birinci cephe; tasavvufla, sünnetle, hadisle derdi olan bir grup, düzenli olarak İhsan Hoca üzerinden Ehl-i Sünnet’e saldırıyordu. Şimdilerde “Aman canım o da çok sert, ‘Kaş alınmaz’ demiş” diyerek tuhaf savunmalar yapıyorlar. “Sert ne demek, yumuşak ne demek densizler, İslam neyse o işte; siz kimsiniz de İslam’a kıvam verip sertlik ayarı yapıyorsunuz” diye sormak lazım; ama bunu da sert bulurlar, kulak memesi kıvamındaki İslamcılar şimdi… Bir diğer grup ise, Hürriyet, Birgün, Odatv gibi kim oldukları herkesin malumu mecralar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu kararını sevinçle karşılayıp çığlık atarak kutladı. Diyanet İşleri Başkanlığı içinde onlara yaranabileceğini düşünen varsa (sanmıyorum) Allah basiret versin ne diyelim… Kural basit aslında, Müslümanlar’ı sevmeyecekler, saygı duymayacaklar. İstediğiniz kadar değişin, dönüşün, yumuşayın, taviz verin; ne yaparsanız yapın sizi sevmeyecekler; ta ki onlardan olana kadar…
Öte yandan, İhsan Şenocak olayını fırsat bilip kendi hesabını görmeye çalışan çizgi altı kurnazlar da var. Adamın asli derdi Diyanet’e düşmanlık; İhsan Şenocak ise onun için sadece bir fırsat. İşte bunlara karşı da dikkatli olmak lazım. İhsan Şenocak Hoca’ya sahip çıkacağız, sarı öküzü vermeyeceğiz ama Diyanet İşleri Başkanlığı’na da saldırmayacağız. Diyanet yıpranırsa, Diyanet zayıflarsa, Diyanet dedikodularla ve içindeki kliklerin kavgalarıyla ziyan olup giderse ümmet ne kazanır? Ne geçer elinize? Hiç! Ben size olacağı söyleyeyim; Anadolu’da Müslüman gençleri kendi arasında bölüşen akımlara gün doğar. Utanmadan sıkılmadan hatta, daha doğrusu Afgani, Abduh anlatan adamlar Anadolu’yu tarla gibi sürerler. Mutezile bir yandan, Teymiye bir yandan milletin çocuklarını tutup Cidde’ye, Tahran’a savururlar, altından kalkamayız. Londra, Tahran ve Cidde, bu milletin çocuklarını savaş ganimeti gibi kendi aralarında pay etmenin kavgasını veriyor. Tırtıklaya tırtıklaya kopardıkları yok mu; var elbet ama Diyanet düşerse okulları, camileri aralarında paylaşırlar. Ukrayna’daki Hizbul Tahrir’in Londra’da yaşayan başkanı gibi, Kraliçe’ye sadakat içtihatları yazılır bu memlekette. Afrika’daki, “Hamaney’e biat etmeyenin imanı yoktur” diyen Şiiler’in adamları dolar camilere. Suud Krallığı’nı İslam’a dair bir makam zanneden adamlar evinize girer evinize… Diyanet benim elimdeki tek kapı; ben o kapıdan çıkıp dünyaya İslam’ı teklif edeceğim. Diyanet İşleri bu millete lazım, Diyanet İşleri bu ümmete lazım. Kusursuz değil ama bizim…
Cumhurbaşkanlığı makamından İhsan Şenocak meselesi üzerine rahatsızlık olmuş, üst soruşturma açılacakmış. Yok böyle bir şey, ne sakil bir yalan bu böyle. Diyanet’le derdi olan ne kadar FETÖ’cü, PKK’lı, ateist, deist, nitelikli dolandırıcı İslamcı varsa hepsi düştüler bu işin peşine; sürekli yalan söyleyip ortalığı karıştırıyorlar. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş kimdir peki? Bilmiyorum… Hiç tanışmadık, hiç görmedim, hiçbir eserini okumadım. Adını ilk defa Diyanet İşleri Başkanlığı’na atanınca duydum. Diyanet İşleri Başkanı’nı tanımıyorum ama; Diyanet İşleri’nin ne olduğunu biliyorum. İhsan Şenocak’ı yedirmediğimiz gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da yedirmeyeceğiz… Gâvurun kafasına vura vura şunu sokacağız: “Artık aramıza girip kavga çıkaramazsınız. Biz kendi dertlerimizi, ifrata ve tefrite kaçamadan vasat prensiplerle kendimiz çözeceğiz Allah’ın izniyle…”