Mümin olmayan ‘Müslümanlık’ kültürel bir mensubiyettir.

Herhangi bir kültüre mensup bir insanın yaptığı her hangi bir hatayı yapmaya/yapabilmeye teşnedir.

Müslüman da, Hıristiyan veya Yahudi kültür içinde doğup büyüyen bir insan gibi İslam kültürü içinde doğar ve büyür.

Bir Hıristiyan veya Yahudinin doğduğu kültüre mensubiyeti neyse bir Müslümanın mensubiyeti de öyledir.

Modern zamanlarda, Müslümanlarda, tıpkı Hıristiyan ve Yahudiler gibi dünyevileşip sekülerleşebilir.

Çünkü şartlar ve güçler ve onun yeni farklı siyasi ve ekonomik, eşya ile değişen münasebet değişimi, asli olmayan izafi olan kültürleri dönüştürür.

”Bir Müslümanın yaptığı hatayı İslama mal edemessiniz…”

Cümlesi seküler bir cümledir. Batıda hiç bir Hıristiyan veya Yahudinin yaptığı hata, Hıristiyanlık yada Yahudiliğe mal edilmez. Çünkü Yahudilik ve Hıristiyanlık kutsaldır.

Bu Hıristiyanlık ve Yahudilik kutsallığının karşısında kutsal olarak algılanan ‘Müslümanlık’ın reddi için ‘İslama fobi’ üretilmiştir. Oysa kutsal olan ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik ve ne de Müslümanlıktır. Kutsal olan, asli olan İslam/Din’dir.

Asli olan ‘Din’/İslam’dan geçmişte insan hayatı olarak tezahür eden kültürler (Hıristiyanlık ve Yahudilik) kutsal olanla olmayanın, asli olanla izafi olanın yer değiştirmesi nedeniyle birer ‘Din’ olarak algılanmaya dönüşmüştür.

‘İslamcı aydınların’ birçoğu, bu cümle ile  ‘İslama fobi’ den doğan her Müslümanın yaptığı hatadan dinin mahküm edilmesinden dolayı doğal olarak hemen itiraz eder.

Oysa bu mantık seküler bir mantıktır.

İnsanların yaptıkları hatalardan, içinde doğup büyüdükleri kültürler azade değildir. İnsan bir hata yapıyorsa bunda mensup olduğu kültürün bir payı var demektir.

Asli olan ‘Din’ den, ona izafeten insan hayatı üzerinden zuhur eden kültür, yer değiştirdiği zaman, kültür ‘Din’in kutsallığına bürünür. Bu kut-siyet değişiminden ‘kutsal kişilik’ler (alimler/şeyhler/kahramanlar) türer.

Oysa ilim de dahil, bütün kutsanan kişiler, ‘Din’in insan hayatında usulüne uygun tezahür etmesi, ‘Din’ e uygun bir İslami hayatın/kültürün neşet etmesi için birer araçtan öte bir şey değildir.

Âlimler, Şeyhler ve ilim, bir İslami hayatın, bir İslami kültürün doğmasının araçlarıdır.

İslami hayatın/kültürün varlık nedeni, ‘MÜMİN’ olabilmek için insanın, aklının, canının, namusunun-nesebinin, güvenlik içine alınmasıdır. İnsan ve İslam arasındaki tetabuku/örtüşmesi bu hikmete mebnidir.

İslam, insan olma ve insan kalabilme temrinidir.

Bu temrin içinde kaldığı müddetçe insan, umulur ki kendisine ‘Mümin’ olma ihsan edilir.

Enfusumuzdan/içimizden doğan ilginin, muhabbetin, aşkın maşukumuzu kutsaması izafi bir kutsallıktır.

Allah, biz sevdiğimiz için kutsal olmuş değildir.

Allah, bizzatihi aşkın ve kutsallığın kaynağı olduğu için kutsaldır ve kutsallığı hiçbir şeyin kutsamasına ihtiyaç duymaz. Biz insanların aşk ve kutsallığı bu ilahi kutsallık ve aşka aidiyet kılabildiğimiz oranında tezahür eder.

Resul ve Nebilik, insanların ilim ve irfan ile mektep ve medrese tahsili ile tekke ve zaviyelerde tarikat yolu ve icazetle elde edilebilecek bir meslek değildir.

Seçkin insanların elde edebileceği bir makam da değildir.

Peygamberlik ilahi bir görev ve vazifelendirmedir.

Peygamberlere, bir filozofun benimsenen düşünceleri dolayısıyla tabi olunduğu gibi tabi olunmaz.

Peygamberlere, bir alimin talim ve terbiyesi neticesinde ona bağlanan talebeler gibi bağlanılmaz.

Peygamberler ‘İşitilip ve itaat’ edilsin diye gönderilmiştir.

Alimleri, şeyhleri, filozofları işitip onlara itaat etmek, peygambere itaat için değildir.

Alimlerin Şeyhlerin ve ilmin vazifesi, Peygamberin işitilmesi içindir. Peygamberin sesine kulak verebilmek için insanın, hepsi birer iletken kablodan ibarettir.

Bu iletkenin değeri, bize peygamberin sesini ulaştırma kabiliyetine bağlıdır. Peygamberler ve Nebiler etiyle kemiğiyle bize benziyor diye herhangi bir alim ve şeyhle özdeşleştirilmesi temel bir yanlışlıktır.

Peygamberler, Allah ile insan arasındaki ilişkinin yolculuğun merdivenidir. Bu yolculuğun ilk basamağıda son basamağıda o kutlu elçilerdir vesselam…