Türkiye, cumhuriyet tarihindeki en önemli seçimlerinden birine gidiyor. 17/25 Aralık yargısal darbesi sonrası, 30 Mart yerel ve 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından 7 Haziran genel seçimi, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki rövanşın son raundu olacak. Özellikle Çözüm Süreci’nin devamı noktasında bu seçim, hem Doğu ve Güneydoğu’nun hem de Türkiye’nin kaderini belirleyecek. Ancak seçmen, özellikle AK Partililer bunun ne kadar farkında? Türkiye’nin çoğu yerinde seçim heyecanı yerlerde sürünürken, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yoğun tempo dikkat çekiyor. TV Net seçim otobüsü ile ziyaret ettiğimiz Doğu ve Güneydoğu’da, HDP’nin yoğun ve baskıcı seçim çalışması göze çarpıyor. Değil barajı aşmak, tek başına iktidar olacakmış gibi çalışıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın aldığı oy oranı ile umutlanan HDP, bölgede çok etkin bir kampanya yürütüyor. Sakıncası var mı? Yok. Olmamalı. Hiç birimiz HDP gibi legal bir partinin böyle aşkla ve şevkle çalışmasından gocunmamamız lazım. Ancak kazın ayağı öyle değil.

Seçim, bölgede farklı bir anlamda yaşanıyor. HDP, sadece legal bir parti gibi değil, silahlı bir grubun siyasi kolu olarak konumlanıyor. Hiçbir partinin silahlı bir gücü yokken, HDP, silah bırakmaya yanaşmayan ve yakın bir zamanda da bırakacak gibi davranmayan PKK/ KCK’nın etkisi altında seçim çalışması yapıyor. Bölgede konuştuğumuz vatandaşlar, Van ve Ağrı başta olmak üzere çoğu şehirde gözle görülür derecede silahlanma olduğundan yakınıyor. Dağdakiler silah bırakacak derken, şehirlerde anormal bir silahlanmanın olması ciddi bir iddia… Görüştüğümüz AK Parti milletvekili adayları; kendi şehirlerine dair projelerini, vaatlerini anlatmaktan ziyade, alanda yaşadıkları zorlukları, kendi partilerine sempati duyan vatandaşlara yaşatılan korkuyu anlatıyor. Özellikle kırsal kesimde bir başına kalan halk, HDP’ye oy vermemesi durumunda başına nelerin gelebileceği konusunda çaresiz durumda. Kapı kapı dolaşmak, bire bir konuşarak oy istemek her partinin hakkı. Ancak, bunu tehdit unsuru şeklinde, şantaj yaparak, halkı korkutarak, sindirerek yapmak, hiçbir siyasi partinin hakkı olamaz. PKK silah bırakmamışken, Çözüm Süreci yasal bir zemine kavuşturulamamışken devletin kenara çekilmesi, bölge halkını yalnız bırakması ve HDP’nin insafına terk etmesi kabul edilemez. 80 yıldır ceberut devletin baskısı, zulmü, korkusu altında yaşayan bölge halkı şimdilerde PKK/ HDP’nin baskısı, zorbalığı, korkusu altında yaşamaya zorlanıyor. Kemalist vesayet bitirildi ancak bu kez de PKK vesayeti hortladı.

Mersin ve Adana’daki HDP teşkilatlarına yapılan saldırıları kınamaktan dilimizde tüy bitti. Ama bölgede neredeyse saldırıya uğramamış, kundaklanmamış AK Parti seçim bürosu kalmadı. Taşlanmadık seçim aracı, darp edilmedik milletvekili adayı kalmadı. Lakin HDP cephesinden bunları kınayan en ufak bir cümle dahi sâdır olmadı. Aksine, eli silahlı KCK ve PKK, Kürt halkını galeyana getirecek açıklamalar yaparak, AK Parti’nin HDP’ye karşı topyekûn bir saldırı içerisinde olduğunu iddia ediyor. Gazetelerinde, televizyonlarında, seçim broşürlerinde, konuşmalarında devamlı bunu empoze ediyorlar. Baskılar karşısında çoğu AK Partili, “seçimden sonra burada hayat iyice çekilmez hale gelir, mecburen göç etmek, başka bir şehre gitmek zorunda kalacağız” diyor. Bu cümleyi duymak ne kadar acı bir durum… Bu konuda devlete çok büyük görev düşüyor. Çözüm Süreci ile birlikte HDP’de baş gösteren “ergen çocuk şımarıklığı” daha büyük boyutlarda bir psikolojik bozukluğa evrilmeden, müdahale edilmeli. Yıpranan, neredeyse ortadan kalkan kamu otoritesi, yeniden tesis edilmeli. Bunun ilk şartı ise, batı illerinden Doğu’ya sürülen paralel ihanet çetesine üye memur ve amirlerin bu bölgeden bir an önce temizlenmesidir. Devletine ihanet eden bu çetenin bölgede cirit atması, çok rahat bir şekilde çalışması engellenmeli. Yoksa bazı şeyler için yarın çok geç olabilir…