Hayâ imandan bir cüzdür. Dolayısıyla varlık ve devamlılık meselemizle de alâkasız değildir. Asırlardır, imanın imansızlıkla çarpıştığı bu topraklarda çizgimiz keskindir.
Bütün çığlıklarımız, uğruna savaşılacak bir beka meselesinin ve o aziz meselenin kuşattığı tüm yan meselelerin mevcudiyetini ilan etmeye yönelik birer teşebbüs biçimidir. Her bir teşebbüs de; şahsî ve sosyal varlığımızı hedefleyen saldırı hamlelerini kırıcı, kudretli bir zırh mahiyetindedir. Mahlûkat çapında geniş, taşıyanının üstüne inşirah gölgeleri serpen bir iman zırhı…
Bütün hayâsızlar toplanmış, büyük bir alan işgal ederek topraklarımızı istila etmiş vaziyette. Kuşaktan kuşağa akan bir ahlâk zehrinin acısını yutkunuyoruz. İffetsiz, edilgen, ucuz bir hayâsızlığın taarruzu altındayız.
Kıramadıkları zırhımızın göğsünde tepeleniyorlar.
Utanmıyorlar, çekinmiyorlar, korkmuyorlar. Ne kadar mukaddesimiz varsa çiğnemeye yelteniyorlar.
Milletin 15 Temmuz’da verdiği şeref mücadelesine iğrenç bir hayâsızlıkla cephe alıyorlar. Görmüyorlar çocuk katili teröristlerin ellerindeki kanı. FETÖ, PKK, şu, bu fark etmiyor onlar için. Özünde hep aynı cins kalleşliklerin elinden tutuyorlar. Üstüne mil çekilmiş bir vicdanı kekeliyor dilleri. Gafil, hain ve kibirli bir arsızlığa kulluk ediyorlar. Açılmaz mühürlerin pençesinde kıvranıyor karanlık kalpleri. En ucube ahlâksızlıkları ahlâk belliyorlar…
Unutmamak gerekiyor.
Teröristleri, teröristlerin işbirlikçilerini, terörist avukatlığına soyunan sosyo-politik hizipleri; istisnasız her birini idrak kadrajımızda netleştirmek gerekiyor.
Kurban eti dağıtırken camdan atılıp ölüsüne bile işkence edilen Yâsin’i, üniversiteli teröristlerin katlettiği Fırat’ı, jandarma ağabeylerine yardım ederken kurşuna dizilen Eren’i, belki oyun oynarken mayına basan 4 yaşındaki Nupelda’yı düşünmek gerekiyor…
Feto teröristinin asker kılıklı satılık domuzlarına asil bir yürüyüşle dur diyen Ömer’i, dudağına iliştirdiği sigarayla gönlümüze gülümserken hatırlanmak isteyen Halil’i hatırlamak gerekiyor.
Ahmet’i, Mehmet’i, Yasin’i, Demet’i, Gülşah’ı, Cennet’i, Abdullah’ı, Erol’u, Mustafa’yı, İlhan’ı ve nicesini…
Affetsinler beni. İsmini sayamadığım bütün kahramanları dimağımıza hançerlememiz gerekiyor. Kimin hangi gayeyle şehadete susadığını ince ince dikmemiz gerekiyor zihnimize…
Yetmiyor ama…
O güzel insanları fuhuş ekranlarında mizah malzemesi yapanları, milletin girdiği o üstün kavgaya tiyatro etiketi vuranları, şehit kanıyla kamuflaj kuşanmış terörist tanklarına alkış tutanları, hain kurşunlarına siper olmuş salâlara küfredenleri; hepsini; temsil ettikleri pespaye umdelerin cemîini tanımak ve tanımlamak gerekiyor.
Bu kepazeliğe izzetli bir duruşla kin tutmak, bu hayâsızlıkla aşk ile kutuplaşmak gerekiyor.
Kıyamete kadar var olacaklar nitekim. Farklı bedenlerde, farklı zihinlerde, farklı yerlerde hep aynı küfür şarkılarını kusacaklar. Mizan kurulana, hakkı olana hakkı verilene kadar; hep Hakikat’in karşısında saf tutacaklar. Aynı hayâsızlığın, aynı imansızlığın, aynı vatansızlığın esiri olacaklar bıkmadan.
Başka çaremiz yok. Ölene kadar, bütün ölümler ölene kadar buğzedeceğiz onlara. Nimet bileceğiz onlarla aynı hikâyenin parçası olmamayı. Hikâyemize musallat olan kötü hikâyeleri okumayacağız hiçbir zaman.
Öyledir zira:
Kötülükten beslenen bu hayâsızlar bizim için bir beka problemidir.
Ve bir açıdan iman dediğimiz şey; bu hayâsızlarla birleşmeyi, onları hoş görmeyi, onlarla aynı bayrağın altında nefes alıp vermeyi utanç bilmektir.