Kudüs’ün düşüşünün 100. yıldönümünde Kudüs’le birlikte birçok şeyin düştüğünü görüyoruz. İşbaşına ateşli nutuklarla gelen siyasetçilerimiz halklarını perişan etti. Garibanların kalplerine ateşler düşürdüler. Aynı siyasetçilerin büyük bir süratle daha krizin ilk günlerinde Kudüs’ü işgal edenlerle el sıkıştığını da gördük.
Filistinliler olarak, işgalin hemen öncesinden başlayarak işgal dönemi boyunca geçtiğimiz yüzyılda bütün bir halk olarak dersimizi iyi ezberledik. Bedel ödemek için ortada kalan tek halk biz olduk. Baskılara ve aşağılamalara maruz kaldık. Arakan’da Burma’dan dünyanın öbür ucuna dek İslam dünyasında yaşanan acı ve ıstırapların her türlüsünü bizzat yaşadık. Öldürülen, boğazı kesilen, ateşte yakılan, diri diri gömülen biz olduk. Bütün bunları İsrail tek başına yapmış da değil. İsrail’in bizden çok fazla insan öldürdüğü herkesin malumu. Ancak, sizin de bildiğiniz birçok kıyım ne acıdır ki bu ümmetin çocukları eliyle gerçekleştirildi! Kriz dönemlerinde boğazladıkları halkımızı İsrail’e fidye olarak sundular! Yeter ki İsrail razı olsundu! Ben bu kıyımları onlardan İsrail’in istemediğinden eminim. Onlar bu cinayetleri gönüllü olarak işliyorlardı. Bu iddiama delilim şudur:
1982’de dönemin İsrail Başbakanı Şaron’a Lübnanlı genç kızlar Filistinlilerin kesilmiş parmaklarını ve kulaklarını hediye ettiklerinde o bile şaşırıp kalmıştı. Zira, kendisi de bir suçlu olmasına rağmen ümmetimizden bu kadarını hem de gönüllü olarak yapmaya hazır birilerinin olduğunu tahmin bile edememişti… Lübnan o sıralar kriz yaşıyordu. Filistinlilerden ve sıkıntılarından büsbütün kurtulup kendi canlarını kurtarmak istiyorlardı.
Ne demek istediğimi çok iyi anladığınızdan kuşkum yok. Benim İsrail ile iyi ilişkiler geliştirilmesine kızmadığımı bildiğinizden de eminim. Benim tek istediğim şudur: Yüz yıldır acı çeken Filistin halkına şefkat göstermeniz.
Arap düşünürler Selahaddin Eyyubi’nin gerçekleştirdiği en büyük olayın ne olduğu konusunda çok tartıştı. Büyük çoğunluğu Hıttin Savaşını onun en büyük başarısı kabul olarak etti. Ancak ben bu konuda farklı bir görüşe sahibim. Kudüs meydan muharebesinde akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Kudüs düşmek üzereydi. Son dakikalarda Selahaddin bütün gazilerin ele geçirdikleri tüm ganimetleri de bırakarak şehri terk etmeleri kararını almıştı. Oysa işgal altında kaldığı 90 yıl boyunca onlar Filistinlilerin her şeyine el koymuşlardı. Onların bu hukuksuzluğuna rağmen Selahaddin gazilerinden Doğu Hıristiyanları lehine tüm kazanımlarından feragat etmelerini istiyordu. Kanaatimce Selahaddin’in hayatı boyunca verdiği en büyük karar buydu. Bu büyük kararın etkileri günümüze kadar uzanmaktadır. Selahaddin bu barış kararı ile Hıristiyanlarla Müslümanların Kudüs üzerinden yürütmüş olduğu din savaşlarının gerekçesini ortadan kaldırmıştı. İngiltere yüz yıl önce Filistin’e geldiğinde, daha öncekilerin yaptığı gibi “Mesih’in kabri” için değil siyasi menfaatler dolayısıyla gelmişti.
Arkadaşlar, ihtiyacımız olan Selahaddin, yoğun İslami nutuklar atan değil, ümmetin akan kanını durdurabilecek, Müslümanların aralarında sürüp giden savaşlara son verebilecek bir Selahaddin’dir. Bunu başarabilirsek İsrail kendiliğinden Kudüs’ü terk edip gidecektir. Çünkü artık birilerinin Filistinlileri boğazlayıp İsrail’in rızasını kazanmasına ihtiyaç kalmayacaktır.
Allah yardımcın olsun ey Gazze…
Çeviri: Fethi Güngör