Sanırım bu aralar en çok istediğimiz şeyin, birbirimize samimi bir şekilde “inanmak ve güvenmek” olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz dostlar? Düşüncemde yanılıyor olabilir miyim? Lakin etrafıma şöyle bir bakıyorum, hiç kimse eskisi gibi artık birbirine güvenmiyor. Çoğu kimseler “…mış” gibi yaparak sadece birbirlerini kandırıyorlar. İyi ama neden kimse kimseye artık güvenmiyor? Bakın sevmiyor demiyorum, güvenmiyor! (Çünkü insan güvendiğini sever) Çünkü birbirimize olan inancımızı ve samimiyetimizi artık tamamen kaybettik de ondan… Babası evladına, eşi kocasına, komşu komşusuna, müşteri esnafına, hasta doktoruna, seçmen siyasetçisine, veli öğretmenine, öğretmen öğrencisine, cemaat hocasına, asker yavuklusuna artık güvenmiyor! Deyin hele dostlar, Allah aşkına biz ne ara bu hale geldik? Kim bizi bu hale getirdi? Acaba birbirimize karşı güven duygumuzun kotası mı doldu? Yoksa şu üç günlük dünyada güvenmek, artık bizler için uzak bir ihtimal mi oldu?

Pekâlâ kıymetli dostlar; çamurdan yaratılan biz faniler için, ekmek su gibi ihtiyaç olan bu “güven duygusunu’’ acaba neden kaybettiğimizi, ilişkilerimizi neden türbülansa soktuğumuzu, kafanızı iki elinizin arasına alıp hiç düşündünüz mü? Bu konu hakkında sağlam esaslı bir fikriniz var mı? Eğer yoksa o vakit gelin birlikte biraz kafa yorup sesli düşünelim. Acaba diyorum, birbirimize olan güven duygumuzu kaybetmemizin sebebi; bir babanın, evladının yanında hiç yüzü kızarmadan peynir ekmek yer gibi “yalan söylemesi’’ olabilir mi? Ya da bir esnafın ayıplı malını satmak için gözümüzün içine baka baka “Ekmek Kur’an çarpsın ki’’ diyerek sözlerine başlaması? Yoksa kürsüde faizin haram olduğunu söyleyen bir imamın (…ki kesin öyle) bankadan “2.20 faizle ihtiyaç kredisi çekerken’’ görmemiz? Ya da bir öğretmenin “Öğretmenim çok fena üşütmüşüm, tüm gün hastanedeydim işte bu yüzden derse gelemedim” diyen bir öğrencisini, aynı gün bir kafede nargile eşliğinde arkadaşları ile geyik muhabbeti yaparken görmesi olabilir mi? Ya da özel bir hastanede çalışan bir doktorun, dişi ağrıyan bir hastası için, çalıştığı hastanenin kendisine belirlediği hedefler doğrultusunda, yalandan yere hastasından “MR, tomografi ya da akciğer filmi’’ istemesi olabilir mi? Olur mu olur? Burası Türkiye vallahi olur… Öyle ya, hem yalandan kim ölmüş ki! Sade suya zaten tirit bahane! Lakin dostlar bakın benden söylemesi “Güven bir ruh gibidir, çıktığı yere bir daha asla geri dönmez!”

Kıymetli dostlar; yaptıklarıyla söyledikleri uyumlu olan birey, özgüven sorunu yaşamaz ve yalan söyleme ihtiyacı duymaz. Toplumumuzu ayakta tutan, bir ve beraber kılan, güçlü ve dinamik yapan bütün değerlerimiz maalesef hızla kayboluyor. İnsanlığın kılık değiştirdiği, tüm ahlaki değerlerin yerle bir olduğu, söylemler ile eylemlerin çeliştiği şu yalan dünyada, deyin hele kim kime nasıl güvensin ki? Hal böyle olunca artık kimse kimseye güvenemiyor… Lakin bizler sosyal bir varlık olarak yaratılmışız. Yaratılışımız gereği çevremizdekilere hep güvenme ihtiyacı duyarız. İşte bu yüzden, hayatta her ne olursa olsun bir şekilde muhatabımıza güvenmek isteriz. Esasen de güvenmek zorundayız. Çünkü güvenmek, insanların bir arada yaşayabilmelerini, ortak işler yapabilmelerini ve ortak hareket edebilmelerini sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesidir. Güvenmek, inanmak risk almaktır, açık ve net olmaktır. Güvenmek, iman etmektir. Kendin için istediğini, kardeşin için de istemektir. Ne buyurmuştu fahri kâinat efendimiz (sav) “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”

Güven, kelimelere dökülmesi zor, elle tutulamayan, gözle görülemeyen soyut bir kavramdır. Güvenmek sevmektir, inanmaktır, sığınmaktır, kucaklamaktır. Çöl ortasında kar tanesi olmaktır. Güvenmek zor, güven verebilmek ise daha zordur. Güvenmek, birinin seni yarı yolda bırakmayacağını bilmektir. Arkandan konuşulmayacağından emin olmaktır. Arkanda her daim bir sırdaşının, dostunun olduğunu bilmektir. Başın sıkıştığında onu arayabilmektir. Ve bilesiniz ki güvenmek, asla ve asla bir zaaf değildir! Güven duygusu iş hayatında, sosyal hayatta ve özel hayattaki her türlü ilişkinin temelindeki en önemli harçtır. Güven duygusunun yokluğu ilişkileri ete batmış bir kıymık gibi acıtır, kanser gibi kemirir. Unutmayalım ki, birisine güvenmek yıllarımızı alır, kaybetmekse saniyelerimizi… Güven duygusunun olmadığı hiçbir ilişki uzun süre yürümez. Güven olmadan ne aile ayakta kalır ne de toplum…

Velhasıl demem o ki kıymetli dostlar; güvenmeye önce kendimizden başlamalıyız. Kendisine güvenmeyen bir insan, başkalarına asla güvenemez. Önce kendimize güvenecek kendi ayaklarımız üzerinde durmasını becereceğiz. Sonra da başkalarına güvenecek, onlardan da güven bekleyeceğiz. Şunu asla aklımızdan çıkarmayalım. Dışarıdan alacağımız hiçbir destek devamlı olmayacaktır. Ne diyordu atalarımız ‘’İnsana güvenme ölür, ağaca yaslanma kurur.’’

Yine öte taraftan yaratılışı itibarıyla zayıf bir varlık olan insanın, en temel ihtiyaçlarından birisi kendini güvende hissetmesidir. Kendisini güvende hisseden insan, karşısındakine güvenebilmek için onun kendisini sevdiğinden, koruyup kolladığından emin olmak ister. İşte bu yüzden; insanların emin oldukları, güvenip saygı gösterdikleri bir Müslüman olmak ve bu şekilde davranmak hepimizin boynunun borcudur. Çünkü her şeyden önce mümin, güven duyulan bir kişiliğe sahip olmalıdır. Biz üzerimize düşeni hakkı ile yerine getirelim, Cenab-ı Allaha güvenelim, ona dayanıp, tevekkül edelim gerisi kolay. Hem ne buyuruyordu Rabbimiz? “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”(Al-i İmran 160)

Düşüne biliyor musunuz dostlar? Birinin kalbinin güzelliğine güvenmek ne kadar güzel bir şeydir… Sosyal ilişkilerde güven, insana duyulan sevgi ve saygı neticesinde meydana gelir. Geldiğimiz nokta itibarı ile her ne kadar kelimelere itimadımız kalmasa da, ilişkiler ‘’sevgi, saygı ve güven’’ üçgenine bağlıdır. Gelin o zaman biran önce özümüze dönüp kaybettiğimiz bu değerlere yeniden sahip çıkalım. Allah (c.c) yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Bir kavim kendi özündekini değiştirip bozmadıkça, Allah o kavmi değiştirmez” buyuruyor.

O vakit kıymetli dostlar; çareyi başka yerlerde aramayalım. “Muhammed’ül Emin” olan Peygamber Efendimizi (sav) örnek alalım. Olanlara kendi gözlerimizle bakıp, bir güzel düşünüp tartalım. Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan insanlardan olalım. Velhasıl demem o ki gelin zora talip olalım. Aramızda güvensizliğe yol açan sebepleri bir bir ortadan kaldıralım. Unutmayalım ki, ömrümüzün budandığı, fikirlerin acıdığı şu dünyada ‘’güven duygusu’’ nitelikli insanlara sunulan bir armağandır. Bir insan yalnızsa birini bulamadığı için değil, bilakis insanlara güveni kalmadığı içindir. Sır tutmamış bir aynanın karşısına geçip, kulağa zararsız sözler söyleyerek ‘’güven bana’’ demek kolaydır. Bu da biraz dilin kıvraklığına bakar. Lakin zor olan sadakattir, o da işte yüreğe bakar…

Selametle…