Erem Şentürk dün, memleketin dolayısıyla memleket halkının ortak mülküne tartaklanma pahasına sahip çıkan 71 yaşındaki bir Suriyeli muhacirin çabasını anlattıktan sonra sormuştu:

‘Memleket tam olarak nasıl bir şey?’

Memleket, yurt, ülke veya vatan.

İslam’da memleket veya vatan sevgisi, anne-baba veya eş-çocuk sevgisi gibi fıtri bir duygudur. Ama hiçbir mü’min için Allah ölçüsünden ve sevgisinden daha önemli bir ölçü ve sevgi yoktur.

Aile, kavim, vatan gibi fıtri bağlarımızla ilişki ölçüsünü, tabii ki yaratıcı olan Rabbimiz belirler. Allah’ın ölçülerini atlayarak veya ölçülere vakıf olmadan hükümdarlar ya da demokratik çoğunluk da ölçüler belirleyebilir.

Aile, kavim, vatan gibi fıtri bağlarımızdaki tanım ve ölçülerin belirlenimi, fıtri olanın veya doğal hukukun arayışı içinde yapıldığında adil olana daha fazla yaklaşılır. Ama ruhçu, maddeci, bilinemezci ideolojiler tarafından bu tanım ve ölçüler belirlendiğinde sapmalar başlar. Çünkü beşeri ideolojiler akli sınırlılığın ve bencilliğin zincirlerine boyun eğerler.

‘Vatan’ kavramı Kur’an-ı Kerim’de yer almaz. Vatan kelimesiyle ilgili hadislerdeki kullanım ise bir kimsenin doğup büyüdüğü, yerleştiği yer/mevkii/belde/yurt anlamında kullanılır.

Oysa günümüzde bu kavram seküler ulus toplumun yaşadığı ve ulus devlet sınırlarını ifade eden, genellikle kutsanan mitolojik ülke toprağı anlamında kullanılmaktadır.

Müslümanların kültürüne sonradan sokulmaya çalışılan ‘Vatan sevgisi imandandır’ tarzındaki sözler sahih hadis kitaplarında yer almaz. Bu konuda Aliyyu’l Kârî, Harun Ünal gibi müelliflerin mevzuat kitaplarına bakılabilir.

Farklı kavramlar veya kavramlardaki farklılaşma insan davranışlarına yansır. Resulullah’a vahiyle bildirilen ‘hicret’, ‘cihad’, ‘Kardeşlik’ gibi kavramlar, Müslümanların ‘toprak’, ‘menfaat’, ‘kan bağı’ ile ilgili alışkanlıklarını değiştirmiştir. Vahiy temelli ‘inanç bağı’ temel belirleyici olmuştur.

Önemli olan araçlarla amaçları karıştırmamak ve toprak asabiyesine düşmemektir. Resullerin hayatındaki ‘hicret’ emri, toprak bağının değil, inanç topluluğunun asıl olduğunu gösterir (38/46).

Ulus vatan için kullanılan ‘Ya sev ya terk et’ sloganı da, toprağın üstünde yaşayanları yüceltmek ve toprağı kutsamaktır. Oysa kutsalı Rabbimiz belirler. Ulus temelli seküler devletçilik de toplumculuk da vatancılık da vatandaşlık da Kur’an bütünlüğü içinde asabiye (48/26) olarak nitelenen cahili sapmalardır.

Yeryüzü insanlar için tahsis olunmuştur (67/15). Bize düşen ‘Yoldan çıkmışların/fasıkların yurdu’nu (7/145) savunmak değil, varis olduğumuz topraklar üzerinde (21/105) fitne ve fesadı defetmek (8/73) için mücadele etmek, ‘iyi/birr’den yana olmaktır (2/177).

Türk ulusu, İslam ümmetinin zaafa düşmesi/düşürülmesiyle oluşturulmuştur. Yeni Türk ulusunun toprak zeminine de Sevr ve Lozan Antlaşmaları’nda Latince üretimli ‘Turkia’ denilmiştir.

Kürt ulusu inşası çabaları da gecikmiş bir sekülerleşmedir.

Türkiye’nin kuruluşunda ulus vatandaşlık kimliği ile, inanç bağından kaynaklanan kimlikler birbirine karışmıştır. Ancak biz Müslümanlar için Türkiye denilen toprak Tunus, Libya, Irak, Suriye gibi ‘ümmet coğrafyası’nın bir parçasıdır.

Ümmet coğrafyası, üzerinde tarihi mezarlarımızın, mescid ve medreselerimizin olduğu, halkının çoğunluğunun tarihten bu yana İslam’ın ana rükûnlarını yerine getirdiği ve onlara hürmetkâr olduğu topraklardır.

Bu toprakların tarihi kimliğini ve üzerinde yaşayan ümmeti savunmak (42/39), insani ve İslami görevimizdir.

Ancak Türkiye veya vatan/ülke denilen bu topraklar bizim için amaç değil, insanlığımızı ve İslam’ı yaşamak için bir araçtır. Kim ki bu aracı kırmaya, kopartmaya ya da işgale yeltenirse kimliğimizin zeminini bozmak istiyor demektir; Gazze’de olduğu gibi tavır alınır.