İnsanların büyük çoğunluğu genelde mevcut düzene uymaktan yanadır. Ekseriyetle doğrular ve iyiler “Aman bir tatsızlık çıkmasın” diye aykırılıklara, yanlışlara ses çıkarmazlar. İyilerin ses çıkarmadığı yerde kötüler galebe çalacaktır. Kötülüklerin yayılma hızı iyilikten daha fazladır. Bunda iyilerin iyimserliklerinin de büyük payı vardır. İyilik sakinlikle, suya sabuna karışmamakla özdeşleştirilir. Etrafımızda iyi bir insan için “İyi bir adamdır, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz.” diye tanımlananlar vardır. Bu ne kadar yanlış bir tanımlama; yanlışı elimizle, dilimizle düzeltmek görevimiz değil mi? O nedenle müdahale edilmesi gereken yerde durmak felaketi beklemektir.

Bir şahsın asıl imtihanı herhangi bir yetkiyi, gücü, fırsatı eline geçirdiği zaman nasıl davrandığı ile ortaya çıkar. Adil mi, zalim mi olduğu o zaman anlaşılır. Yoksulun bir canı vardır, onu feda etmeye hazırdır. Ancak o da can emanetini de kafasına göre tüketemez. O emaneti yaratılış gayesine uygun kullanmak zorundadır.

Maddi imkânı olanın mazereti de çoktur. Bu mazeretler ömür boyu kendisini oyalar durur. Daha iyisini yemek, daha iyisini giyinmek, daha iyisine binmek, daha iyi yerde oturmak gibi… Bir de evladı iyal vardır ki; el âlem ne der? Kimseye rezil olmayalım diyerek kibre kapılır, kendisine verilen nimetlerin kendi becerisi olduğunu düşünür ve yeryüzünde böbürlenerek yürür. Gerçeği kavradığı yaşa geldiğinde iş işten geçmiştir. Gururlanma insanoğlu ölmemeye çare mi var? Ecel gelmiş can gider vermemeye çare mi var?

Bir makamı elde edenlerin emrindekilere davranışı, yönetimdeki adaleti, makamın gücünü nefsi için mi, hizmet için mi kullanıyor soruları belirleyici olacaktır. Makamlar başkaları adına yürütülen, sorumluluğu ve vebali yüksek yerlerdir. Sizi o makama getirenlere karşı sorumluluğunuz olduğu gibi bir de kamuya karşı sorumluluğunuz vardır. Makamda bulunmayı kendinden menkul sayanlar hüsrana uğrayanlardır. Her hangi bir makamda bulunmanın başlı başına yeterli olduğu düşünen saf derunlar da vardır. Makamlar sorumluluk ve iş yapma yerleridir. Verilen sorumluluğun gereğini yerine getirmiyorsanız orada niye duruyorsunuz?

Bir de makam sevenler vardır. Onlar için makamda kimin oturduğunun önemi yoktur. Baki olan makamın imkânlarının devamlılığının sağlanmasıdır. Onların menfaatlerine helal gelmedikçe “gelen ağam giden paşamdır.” En tehlikeli tipler bunlardır. Makam severleri tanımak çok uzun zaman alır. Allah yöneticilerimize feraset versin.

Makamlara geliş tarzları da çok önemlidir. Ehliyetiniz ve liyakatinizle mi yoksa ahbap çavuş marifetiyle mi bulunduğunuz yere geldiniz. Ehliyetiniz liyakatiniz yoksa o makam sizin için zulümdür; hem kendinize hem de size emanet edilenlere karşı. Nefsiniz, akrabalarınız, hemşerileriniz, bölgeleriniz, ırklarınız ehliyet ve liyakat unsuru değildir. Emaneti ehline veriniz sözünden işi amcanızın oğluna, dayınızın kızına ve ya şu bölgeden olanlara ya da şu ırktan olanlara vermek anlamına gelmez. Bildikleriniz, becerileriniz, tecrübeleriniz, ahlakınız, erdeminiz ehliyet unsurudur. Ehliyetten sadece maddi unsurları anlayanlar da hüsrana uğrarlar. Ahlaksız bilgi insana atom bombası yaptırır. Ahlaksız bilgi iyiliklerin çoğalması için değil kötülüklerin artması için araç olur.

Göz açıp kapayıncaya kadar konakladığımız şu dünyada böbürlenmenin, kibirlenmenin kimseye faydası yok. Mezarlıklar rütbesi ve makamı olanlarla dolu. Önemli olan bir hoş sada bırakmak…