İsim yabancı mı geldi? Meraklısı olmayanlar bile hayatları boyunca en azından bir kere de olsa seyretmiştir. Meşhur Amerikan Güreşi canım. Hani şu “Süper iri, süper kas yığını” abilerin insanın kanını donduracak şekilde şiddetli dövüştükleri spor! 90’lı yılların başlarında henüz ilkokul öğrencisiyken özel televizyonların hayatımıza girmesiyle ağzım açık bir şekilde seyretmiştim. Ringin kenarında yastıkların olduğu bölgeye çıkan belki de 120 kg’dan fazla olan kas yığını sporcu, yerde yatan rakibine dizi veya dirseği ile neredeyse bütün ağırlığı ile saldırıyordu. “Bu nasıl şiddet? Yok artık öldü bu!” nidalarıyla seyrettiğim ‘gösteri’. Ki gösteri olduğunu çok sonraları anlamıştım. Meğer bu işin senaristleri varmış. Ringde iyi ve kötü karakterler oluşturup belli bir hikâye çerçevesinde bu sporcuları kapıştırıyorlarmış! Smackdown, şiddetin dozu yüksek bir spor gibi görünse de aslında her şey Amerikan halkını coşturmak için yazılmış bir Hollywood senaryosu işte.
Akıl almaz bir şiddetin sahnelendiği şovu gerçek zannetmek veya daha kötüsü yalan olduğunu bile bile seyretmek… Garip değil mi?
İşte bu şiddet dolu gösterinin bir benzerinin aslında uzun bir süredir dünya siyasetinde sahnede olduğunu görüyoruz. Spor olarak değil sömürge aracı olarak.
Trump: Vururuz.
Kim: Biz daha pis vururuz.
Trump: Eşi benzeri görülmemiş bir gazaba uğrayacaksınız…
ABD, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore’ye… Kuzey Kore hepsine! Çin, Rusya, Hindistan, ABD’ye; ABD, aşçıya, aşçı uşağa derken bütün dünyanın bir adan birbirine atarlandığını görmemek için kör olmak gerekiyor. Açıklamalar ise “sanki savaş an meselesi” hissini uyandırıyor. “Trump, Kuzey Kore’yi halledeceğiz” derken, Kim Jong-un hemen her gün bir füze denemesi yapıyor. Üstelik nükleer olanlarından. Şu anda Kuzey Kore ABD’nin en büyük düşmanı. Yapılan algı ise, “Deli Kim, dünyayı mahvedecek kapasiteye sahip!”
“Ne oldu bu dünyaya, iki günde herkes savaş durumuna geldi?” sorusunu sorarken, hemen her gün yapılan yeni bir açıklama ile kanımın çekildiğini hisseder hale geldim.
Suriye’yi kardeş kardeş bölüşen ve bölgenin gerçek sahiplerini öldürme yarışına giren ABD ve Rusya, İran ve İsrail gerilimi ise zaten hiç bitmiyor. ABD, Rusya’ya yönelik yaptırım kararları alırken, Rusya, ABD’li diplomatları ülkeden kovuyor. İsrail ve İran hemen her gün birbirini tehdit eden açıklamalar yapıyor, ama bu ülkeler birbirlerine karşı doğrudan bir savaş haline girmiyor. Üçüncü ülkeler üzerinden bir güç gösterisine giriliyor.
Bakınız Suriye.
Suriye’nin belli bölgelerini işgal eden ABD ve Rusya burada terör örgütleri ya da yerel kuvvetler üzerinden bilek güreşi yapıyor. Sürecin sonunda da bileği kırılan yereldeki insanlar oluyor.
Öte yandan dünyada sürekli bir terör tehdidi var. Krem tabakadan kimsenin canının yanmadığı, olanın alt tabakada hayat ve geçim mücadelesi veren garibanlara olduğu kirli bir savaş düzeni. Laboratuvarlarda üretilen, beslenip semirtilen bu asalaklar eliyle sürekli bir korku iklimi meydana getiriliyor.
Korkunun yanında öfkemizi de diri tutmak için sürekli önümüze öfkeleneceğimiz yeni aktörler çıkarılıyor. İçimizde büyüyen nefretten sevgiye yer kalmadı.
Dün sakallı, şalvarlı amcalardan, çarşaflı teyzelerden, Kürtler’den nefret ediyorduk… Birbirimizden nefret ediyorduk; hatta tiksiniyorduk… Hâlâ da öyleyiz…
Öfke duyulan değişiyor, değişmeyen tek şey öfke!
Nefret!
Hem de her geçen gün şiddetini artırıyor.
“Smackdown’dan girdin, küresel savaş tehdidinden çıktın be adam nereye bağlayacaksın?” dediğinizi duyar gibiyim.
Dünyada artık fetih yöntemiyle iş yürümüyor. Tarihte bize coğrafi keşifler diye yutturdukları sömürge arayışından günümüze gelen sömürgecilik anlayışı oldukça değişti. “Küresel, global” adına her ne derseniz deyin sınırların kalktığı tek bir kitle var, o da dünyayı sömüren baronlar. Geliyorlar, vuruyorlar, işgal ediyorlar, yerli işbirlikçiler teslim ediyorlar, gerekli anlaşmaları yapıp gidiyorlar.
Biz gariplerin düşünüp, daha iyiyi hayal edip, daha güzel bir sistem için çabalamamızı istemeyen bu baronlar birbirleri ile asla savaşmayacakları ama sürekli bir tehdit algısı oluşturarak başta kendi halkları olmak üzere bütün dünyayı sömürebilecekleri bir sistemin içinde yüzüyoruz.
Bugün kendimizi içinde bulduğumuz bir senaryonun seyircileriyiz.
Kimi materyalistler bunu kabullenmekte zorlansa da, “İnsan faktörü var” diye burun kıvırsa da kırılması zor bir çarkın içinde dönüp duruyoruz.
Sürekli bir tehdit algısı,
Sürekli bir nefret artışı,
Sürekli değişen düşmanlar,
Dünün dostları bugünün düşmanları,
Dünün düşmanları bugünün dostları,
Değişen dost düşman tanımıyla yeni durumu tabana, kitleye anlatma ya da kitleyi yeni duruma hazırlama için vazife edinmiş kalemşorlar.
Yok, hayır Orwellist değilim…
Bugünlerde yeniden gündeme geldi, geliyor…
Arada göz atıyorum…
Evet, adam yazmış kaç sene önceden…
Büyüyünce mi farkına vardık, yoksa hep mi böyleydi?
Cambaza bak oyunu olarak da tabir ettiğimiz bu durumda biz dehşet içinde savaş senaryoları arasında bir o yana bir bu yana koştururken, geri planda, emeğimizi, alın terimizi, cebimizi, vicdanımızı, insafımızı ve insanlığımızı sömürmeye devam ediyorlar…