Yanlışlığından zerre kadar şüphe etmediği bir sürü şeyi doğru imiş gibi savunan farklı jüriler peydah oldu şu sıralar. En büyük marifetleri abuk sabuk fikirleri doğru diye anlatmak. Hiçbir gerçekçiliği olmadığı halde konuşuyorlar. Doğru olanı bal gibi de biliyorlar. Ama doğruyu söylediklerinde jüri üyelikleri ellerinden alınacak. İşte bundan müthiş korkuyorlar.

Daha önce sözünü ettiğimiz ‘amorf tipler’ vardı, hatırlayalım…

Bu jüri üyeleri de amorf karakterlerin kimliğine yakın bir kimlikle donatmış durumdalar. Ya da bazıları onların mahfilinde.

İsmi lazım değil…

Bir genel yayın yönetmeninin ses kaydı sosyal medyaya düşmüştü. Bu gazete genel yayın yönetmeni bu konuşmayı savunmak veya yanlışlığı konusunda kamuoyunu ikna etmek yerine…

Jüri başkanına veya diğer jüri üyelerine giderek, “Etmeyin, eylemeyin! Beni yalnız bırakmayın! Sahipsiz bırakmayın! Eğer beni yerlerse yerime gelecek olan zincirin zayıf halkası olabilir. Bin bir güçlükle kurduğumuz ihtişamlı yapı çökebilir” mealinde sayıklamalarla yardım dilendi. Zırlaması karşılık buldu ve bu anlı-şanlı jüri üyesi yerini korudu.

Bu, aynen böyle oldu!

Şimdi bu genel yayın yönetmenimiz ve jürinin diğer üyeleri…

Konuşurken mangalda kül bırakmıyor, asıyor-kesiyor, bilgi diye bir yığın çürük domatesi diğer zerzevatlarının içine karıştırıp servis ediyorlar.

Aksi bir şey söyleseler…

Yahut doğruyu dile getirseler başarısız sayılacaklar. Aynı yerde durmak zorundalar. Bir risk alamazlar. Şarkının söylediği “Süleyman hep başbakan/ Başbakan hep Süleyman” tekerlemesi sanki onlar için yazılmış.

Dikkat edelim: Ekran ekran dolaşıp kamyon dolusu yalan-yanlış şeyler konuşuyorlar. Söylediklerinin çoğu gerçek olmasa bile kimse sorgulamıyor. Hayatlarına devam ediyorlar. İsimlerinin önüne ‘güvenlik uzmanı’, ‘stratejist’, ‘sosyolog’ gibi afili tabelalar koyuyorlar. Kaldıkları yerden devam ediyorlar operasyonlarına. Ne ekran sahipleri, ne ders verdikleri okullar, ne kamuoyu… Bu illüzyona kapılmış gidiyor.

Topluma en büyük ihanetlerden biri budur.

Seçimlerden önce manipülasyon yapıp mesela CHP’yi yüzde 50’ye çıkarmış, bir başka partiyi yerin dibine batırmış bir araştırma şirketinin sahibi, bu sonuç kendi eseri değilmiş gibi, birkaç gün sonra ekran ekran gezip ‘derin’ siyasi tenvir faaliyetine devam edebiliyor!

Çoğu fena halde çuvalladı ama hiç bozuntuya vermeden kaldıkları yerden devam ediyorlar.

Açalım bakalım, her gece farklı televizyon kanallarında bu tiplerden en az bir veya birkaçını görebiliriz.

Çünkü bir kriter yok.

Herhangi bir zihni denetim yok.

RTÜK’ün izleyici denetimi varsa onun görevlerinden biri de bu olmalı değil midir?

Ruslar önemli bir sistem kurdu: Büyük Şeytan hakkında (lehte-aleyhte) herhangi bir haber yapılacaksa, yapımcı firma önceden bir ‘taraf olma sözleşmesi’ imzalamak zorunda. Böylece yayıncı “Ben bir tarafım” demektedir. Bunun hukuku farklı işler. Bağlayıcıdır. Çünkü izleyici hangi mahfile hizmet ettiğini bilmediği yapımcıyı böylece denetlemiş oluyor.

Dünyanın başka ülkelerinde de benzer uygulamalar var: Herhangi bir kuruma veya olaya taraf olarak kilitlenmiş yayınları belli kategorilere ayırma konusunda bir gelenek oluşmuş durumda. Diğerleri zaten genel yayın olduğu için işleyişi bellidir ve genel kurallara uymak zorundadır. Dozu kaçtığında bir otokontrol devreye girip ‘Ne yapıyoruz’ diye sorgulayabilir.

Kimse kimseyi uyarmadığı için özellikle sosyal medyadan esen bir fırtına her konuda belirleyici olabiliyor.

İşte bu jüri üyelerinin en çok sevdiği hava da budur!

Aman dikkat, aman…