Köy yolunda altı yere sürte sürte ilerleyen bir otomobil. Bir yaz pazarı. Dört kişiler. İkisi küçük memur diğer ikisi küçük esnaf. Para topladılar aralarında yakıt gideri için. Memurlar muhtemelen ceplerindeki son parayı verdiler ve yürüyerek gidecekler ertesi sabah işe… Otomobil esnaf olanlardan birinin ve en az on beş yaşında. Kalkan toz arabanın içinde de bir tur atmadan inmiyor yere.
Bir heyecan bir heyecan. Bendi yıkılan göletten boşalan suyun telaşını taşıyorlar içlerinde.
Biraz sonra köy kahvesinin önündeki söğütte gölgelenenlere anlatacaklarının provasını yapıyor önde oturan. Yetmişli yıllar. Genel seçime iki ay var.
“Bir garanti ikiyi zorlarız” diyor arkada oturanlardan biri. “Filan ilden de 2 alsak, işte şuradan 1, ötekinden 3, 100’ü bulacağız inşallah”, “Ne yüzü? Geliyoruz tek başımıza” diyor en genç olanı.
Aracı kullananın zihninden çocukken yaşadıkları geçiyor bir film şeridi gibi. Elbette siyah-beyaz. Yırtılan cüz sayfaları, dipçik, korku, bir köşede titreyerek bekleşme, küfür, hakaret. “Geliriz” diyor, “Geliriz de bize verirler mi ki?”
Köyün girişinde yolları kesilip taşlarla kovalanıyor dört güzel adam.
*
Mart 89… Mahalli seçimlerin ertesi günü. Akşamüzeri… Kasımpaşa… Oylarını üçe katlamasına, rakibini çok zorlamasına rağmen kazanamadığı ilçe belediye başkanlığının hüznü üzerinde bir uzun delikanlı. Evine gidiyor.
Köşede çömelmiş, gazeteye sardığı şarabını yudumlayan mahallenin şişecisinin yanından geçiyor. “Koçum sakın üzülme” diye bağırıyor şişeci “Daha büyüğünü kazanacaksın.”
*
Üniversite öğrencisi dört kız. Anadolu’nun dört ayrı beldesinden gelmişler İstanbul’a. Doksanlı yıllar… Yine bir seçim öncesi… Mevsim yine bahar… Kapı kapı dolaşıp karanfil dağıtıyorlar, yanında küçük bir selam ve mesajla. Kimileri sevinçle alıyor karanfilleri, kimi kapılar çarpılıyor yüzlerine bin bir hakaretle… Devam ediyorlar babalarının köy yollarında duyduğu aynı heyecanla aynı masumiyetle. Şişeci kerameti mi desek? Dediği çıkıyor sonuçta. Daha büyüğü kazanılıyor, beldelerin en büyüğü beklenmeyen biçimde.
*
Şimdiler… Aynı şehrin mezarlığında dört ay yüzlü adam, ülkenin dört bir yanında anneanne olmaya hazırlanan dört ay yüzlü kadın. Orta Doğu’nun her köşesinde binlerce dul, binlerce yetim herkes uyuduğunda dua ediyorlar:
“ Ne olur düşürmeyin kristal vazoyu elinizden…”