Diyarbakır Vali Yardımcısı, münevver insan Dr. Ahmet Helvacı kısa bir video-klip göndermiş altına şu notu düşmüş: “Bizim nesil yegane, dibi de gördük zirveyi de…”

Videoda hasat mevsiminde 40 sene öncesinin köy hayatından kareler var. “Bülbül havalanmış yüksekten uçar” türküsü eşliğinde sabandan, tırmığa, tandırdan, gaz lambasına kadar 50 ‘sini devirmiş birçok insanın yaşadığı ve ” hey gidi günler” dediği görüntüler…

Ahmet beyin çok güzel ifade ettiği gibi bizim nesil dipten zirveye doğru bülbül gibi havalanarak uçuşa geçti. Köyleri boşaltarak şehre indik. Şehirlerin varoşlarına tutunduk ama şehirleşemedik, şehirleri de köy haline getirmeye çalıştık onu da beceremedik. Tabiri caizse bülbül olarak havalandığımız köyden karga olarak şehirlerde ‘’medeni’’ bir şekilde yaşıyoruz.

Tırmık hikâyesini bilir misiniz? Bir zamanlar gencin biri köyden şehre gelir tahsil görür ve köye bir şehirli gibi döner. Babası harmanda öküzler eşliğinde dövenle buğday hasat etmektedir. Samanların üzerinde tırmığı gören delikanlı unuttuğu tırmığın adını babasına sorar: “Baba bu ne?” Babası oğluna bir ders vermek ister ve tırmığın çatallı tarafına basmasını söyler. Delikanlı çatala basınca tırmığın sapı anlına vurur ve can havliyle “Bilmem ne yaptığımın tırmığı” diye feryat edince babası gülerek bak nasıl hatırladın der.

Şehre gelip köyü unutan sadece biz miyiz?  Köylüler de köyü unuttular, dövenin, sabanın yerini traktör, biçer-döver aldı. Yani tırmığı sadece köye dönen delikanlı değil köyde yaşayanlarda unuttu. Köylüler ekmeklerini tandırda yapmadıkları gibi yumurtalarını, yoğurtlarını bakkaldan alır oldular. Oysa 40-50 sene önce köyde her kişi birçok meslek sahibi idi. Adeta her köylü bir “fabrika’’ gibi çalışırdı, az alet fazla emekle yapılan işlerin hayata yansıması bambaşka olurdu. Tandırın kenarında annesinin elinden yeni çıkmış ekmeği tereyağıyla yiyen çocuğun mutluluğunu tarif edebilir misiniz?

Köyden çıkmış çocukların çocukları yazın gezi maksatlı köylere gidiyorlar. Kışın köyleri üç-beş ihtiyar bekliyor. Kurtlar inse köye onları püskürtecek köpek kalmadı. Şehirlerin varoşlarına sığınan köylüler yavaş yavaş merkeze inmeye başladılar. Merkeze gelenler az iken şehir onları ‘’medeni’’yapıyor kendine benzetiyordu. Merkeze hücuma dönüşünce hareket her şey kontrolden çıktı. Ne merkez kaldı ne de varoş. Her yer hem merkez oldu hem de varoş. Üstat Necip Fazıl’ın deyimiyle ‘’künde üstüne künde’’ Bizim nesil ağır yük taşıyıcısıdır; biraz köylü, biraz şehirlidir.

Cizlavit lastikle çamurda oynayan adamların çocukları büyük gökdelenlerin arasında güneşi görmeden,  potinleri asfalt nedeniyle toprağa basmadan “şehirli, medeni” olarak mutlu ve mesut bir şekilde hayatlarını sürdürüyorlar! Artık köye dönme şansları yok. Yeni nesil köyü sadece internette sosyal paylaşımlardan biliyor. Eski nesil dönmeye kalkışsa onları kabul edecek köy de köylü de kalmadı.

Kıymetli valim Ahmet Bey,  durum bundan ibaret. Sanıyorum tarih ve medeniyet şehri Diyarbakır’da, Erzurum gibi, İstanbul gibi aynı kaderi paylaşıyor. Eskiler söylerlerdi ‘’Yüksek binalar çoğalınca kıyameti bekle’’ diye. Yoksa ahir zamanda mıyız, kıyametimizi mi bekliyoruz? 2018’in ilk günlerinde farklı bir muhasebeye vesile oldunuz Allah ömrünüzü uzun ve bereketli eylesin. Vessalam.