Dünya çapında deprem uzmanlarının ifadelerinden de anlıyoruz ki dünya tarihinin en büyük ve yıkıcı depremiyle karşı karşıyayız. 

İki büyük depremin çarpan etkisiyle ortaya çıkan bu büyük yıkıcı güç, sadece binaları değil ruhlarımızı da enkaza çevirdi.

Çok acı zamanlardan geçerken her şeyimizi içine alan enkazlar, bir yandan bütün ihmallerimizi haykırırken diğer yandan bütün unuttuklarımızı da hatırlattı.

Refahın, konforun yok ettiği dayanışmayı, aslında birlik olmayınca nasıl hiçbir şey olamadığımızı ve daha nicelerini.

Depremden saatler sonra, “bir mucize daha olur mu” diye elleriyle enkazı kazan ekiplerin o muhteşem çabalarını izlerken kapıldığım şey, bir doğum hanenin heyecanıydı.

Bir annenin ve ona yardım eden sağlık neferlerinin dünyaya teşrif eden o eşref-i mahlûku heyecanla karşıladıkları gibi enkazdan doğacak o canı karşılayanlar, ne kutlu bir vazifedeler…

Ne farkı var bir bebeğin doğumundan; merakıyla, heyecanıyla, sevinç gözyaşlarıyla…

Ve insan düşünüyor!

Günlerce kalınan enkaz, tıpkı bir ana rahmi gibi o canı nasıl korudu diye…

Ne büyük bir sabır imtihanıdır; sadece yaşayanın anlayabileceği.

Ve ne büyük bir hocadır -kim bilir- tedrisatından geçeni mana âleminde yükselten.

Sormak ve ibret almak lazım elbette; o yeniden doğduğu yaşam üçgeninde, saniyenin nasıl asra bedel olduğunu.

Belki de zamanın bu denli uzun olmasıdır, yaşayanın çok bilge olarak doğmasına sebep.

Bakmayın siz acıların üzerinde ahlaksızca tepinen birkaç meczuba.

Siyaset devşirmeye çalışan aymaza…

Herkesin sorumluluğu kadar vebal sahibi olduğu bu topyekûn yanlışlar zincirin farkındayız hepimiz.

Bir deprem sigortasını bile yaptırmamak için taklalar atanlar, kendini iyi biliyor aslında.

Daha az vergi ödemek için emlakının değerini, olduğundan daha düşük gösterenler bu uyanıklığı unutmuş olabilirler mi şimdi?

Her şeyi kestirme yoldan geçirmek için “bir yolu bulunur” diyenler de tabi…

İyinin ve başarılmışın sahibi çoktur elbette.

Lakin yine herkes suçu yıkacak birilerinin derdinde.

İnsana dair bu ahlak zafiyeti yeni olmadığı gibi bilinmeyen bir şey de değil zira…

Allah Kur’an-ı Kerim’de insanın bu zaafını, temize çıkma çabasını haber vermiyor mu?

Güzel bir şey olduğunda kendinden bilen kul, kötü bir şey olduğunda ancak “Allah’tan geldi” demiyor mu?

Oysa iyinin de kötünün de hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine iman ediyoruz; sözde değilse!

Tedbiri ihmal eden bir iman olamaz/olmamalı!

Bugün bazı ahlak ve inanç fukaralarının anlayamadığı ve arsızca kinini boşalttığı şey bu hakikattir!

“Önce tedbir, sonra takdir” diyen bir inanca sahip milletin, inancını nasıl ihmal ettiğini de inkâr edebilecek durumda değiliz.

Eğer bu hakikatli inanç tecelli edebilmiş olsaydı, ahlaksızlara da üzerinde tepinebilecekleri bir acı kalmayacaktı belki.

Bütün her şeye rağmen Allah’ın izniyle ve milletimizin enkazlardan yeniden doğacak o muhteşem dayanışma ruhuyla çok daha güçlü olacağız.

20 yıl öncesinde değiliz hiçbir yanımızla.

Her şeyden önce özgüvenimiz, irademiz ve onu besleyen bilgi birikimimiz var.

Bu harabeden, enkazdan da bir “onur kulesi” dikmeyi başararak, yaralarımızı birlikte saracağız inşa’ALLAH.

Hainler de yine kinlerinde, hasetlerinde boğulacaklar!

Allah var, ne gam var!      

Bu enkazlardan şehadete doğanlarımıza da Rabb’imden rahmet diliyorum… Başta yakınları olmak üzere, millet olarak hepimize sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Başımız sağ olsun.