Ekonomik kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sanayileşme ve hayat standartlarındaki iyileşme hedeflerine ulaşabilmek için dikkat edilmesi gereken en önemli girdilerin başında enerji gelmektedir. Uluslararası kuruluşların yapmış olduğu araştırmalar, küresel enerji ihtiyacında önümüzdeki yıllarda ciddi artışlar olacağını ve bu sebeple enerji talebinde bir patlama yaşanacağını ortaya koymaktadır. Özellikle bu talebin artmasında orta sınıfta meydana gelecek küresel genişlemenin etkisinin yüksek olacağı düşünülmektedir. Türkiye coğrafi açıdan enerji kaynaklarının geçiş hattı üzerinde yer almaktadır. Enerji arz güvenliğini tüm tehdit ve tehlikelere karşı korumak, enerji çeşitliliğini sağlamak ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, enerjide dışa bağımlı devletlerin başlıca enerji politikasına dönüşmüştür.

Bu nedenle enerji arz güvenliğini tüm tehdit ve tehlikelere karşı korumak, enerji çeşitliliğini sağlamak ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, enerjide dışa bağımlı gelişmekte olan devletlerin başlıca enerji politikasına dönüşmüştür. Günümüzde uluslararası aktörlerin tümü enerji arzının ve güvenliğinin inkâr edilemeyecek derecede önemli bir güç olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde üstünlük ve hâkimiyet kurmada, güç dengesini kendi lehine değiştirmede, enerji kaynakları, enerji nakil hatları ve enerji imtiyazları gibi enerjiye ilişkin başlıklar hâlihazırda ciddi rekabet alanları oluşturmaktadır.

Her ne kadar günümüzde petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların tüketimine yönelik, çevre sorunları, iklim değişikliği ve küresel ısınma bağlamında ciddi itirazlar ve eylemler baş gösterse de, 1 Haziran 2017’de Başkan Donald Trump’ın Amerika’nın Paris İklim Anlaşması’ndan ekonomik nedenlerle çekildiğini açıklaması, fosil yakıtlara dayalı üretim ve tüketim modelinin kısa vadede ortadan kalkmayacağını işaret etmektedir.

Yakın tarihte ve günümüzde çok sayıda askeri girişimin enerji arzını garantiye almak veya enerji trafiğini koruma altına almak amacıyla yapıldığı görülmektedir. Böylesine bir gerçeklik, enerji kaynaklarına sahip ülkeler ile enerji koridoru vasfı taşıyan ülkelerin uluslararası politikanın ana çatışma sahasına taşınmasına yol açmaktadır. Geçmişte olduğu üzere bugün de enerji güvenliğine atfedilen yüksek ehemmiyetten ötürü, petrol ve doğalgaz üreten ülkelere, stratejik geçitlere veya güzergâhlara sahip devletlere, “enerji terörü” gerekçesiyle askeri vasıtalarla müdahale edebilme yolu giderek meşruluk kazanmaya başlamıştır. Oluşturulmaya çalışılan meşruluğun temelinde, “enerji kaynaklarının felce uğraması durumunda dünyanın maruz kalacağı ekonomik felaket” düşüncesi vardır.

Maalesef Basra, Akdeniz, Avrupa hattı enerji eksenli silahlı çatışmaların yaşanma olasılığının arttığı bir bölge olma yolunda hızla ilerlemektedir. Şunu kabul etmek gerekiyor, “enerji güvenliği” ciddi bir şekilde askeri güvenlik meselesi ile birlikte anılmaya başlayan bir konu haline gelmiştir. Belki de çok geç olmayan bir vakitte, bu konu doğrudan askeri birimlerin takip edeceği bir kuruma dönebilir. Enerji kaynağı yetersizliği çeken gelişmiş ülkelere ait olan bu strateji uluslararası enerji şirketleri tarafından da desteklenmektedir. Sonuç olarak, enerji güvenliği üzerine yürütülen tartışmalar, sera gazları, iklim değişiklikleri ve çevre sorunları gibi önemli uluslararası meseleleri ikinci plana itmektedir.