Hiç değişmediler.

Politikacısından siviline hiç değişmediler.

Ve bu değişmeyen tavırlarının üzerine cafcaflı pelerinler dikmekten hiç vazgeçmediler.

Halkı karar mercii olarak değil yontulacak bir yığın olarak gördüler.

Biz ne yaptık? “Ayrıştırıcı dil kullanmayalım, nefret söyleminde bulunmayalım, onu öyle kabul edelim, bunu böyle kabul edelim, şöyle yapmayalım, böyle yapmayalım’’ uyuşturucusuna bağımlı olduk. Bu uyuşturucu aslında, onların, emperyalist desteğiyle sosyal fizyolojimize ve idrak ufkumuza enjekte ettiği şuur kırıcı bir uyarandı.

Onlar da bu arada…

Feto teröristini tövbe edip köyüne dönmeye, özür dileyip sohbetlerini sürdürmeye, hatta üniversite kurmaya davet ettiler. Sonra tepki görünce yazana, yazdırana, yayınlatana niyet okuması yaptılar. Hastalık, ihtiyarlık vesaire dediler; halkını tanklarla doğramış tescilli teröriste merhamet dilenmesini basit duygusallıklarla meşrulaştırdılar. Hatta ‘’bazı bizimkiler’’ de ‘’aa ne güzel açıklama işte ben ikna oldum siz de olun’’ lakırdılarıyla böylesine ciddi bir meselenin üstüne sünger çekmeye çalıştı.

Önce, “Yiyorsa, erken seçim yapın’’ laflarıyla kabadayılık tasladılar. Sonra erken seçim kararı alınınca ‘’baskın seçim’’ feryatlarıyla mağdur rolünü oynadılar. Bozgun, fesat çıkarma zamanları ve imkânları daralmıştı zira. Medyasından meclisine alışıldık algı manipülasyonlarına giriştiler.

Halk oylamalarında ezile ezile kaybedip her birinde halka koyun muamelesi çekerken, sömürgeci güdümlü ihanet ittifakını güçlendirmek için koyun gibi birbirlerini sattılar. Bu vesileyle de hukuka sığınarak devlet hazinesinden milyonlar aşırma derdine düştüler.

‘’Yüz bin imza ile geleceğiz, abidik gubidik işlere bulaşmayacağız, kimseyle ittifak yapmayacağız’’ dediler; işin sonunda kürsü edinebilmek için köle (milletvekili) ticaretinde müşteri oldular. Abidik gubidik işlerine siyasal deha süsü verdiler. Satanı övdüler, alanı yücelttiler. Vekil ticaretine atılarak oyun bozdukları yalanını savurdular. Yine bazı bizimkiler(!) bu yalana ortak oldu, zerre hicap duymadan bu ticaretin taraflarını takdir etti.

Saadet kisveli fitnebaz zihinleriyle, savunduklarını iddia ettikleri muazzez kıymetleri delik deşik eden, kabukta halkçı çekirdekte vesayetçi yapılanmaya ortak oldular.

Meclis’te “Kürt illeri’’ edebiyatı yaptılar. Aleni bir şekilde bu toprakları bölme ideallerini mikrofonlara tükürmeye devam ettiler. Kürt insanını terör örgütlerinin sözcüsüymüş gibi göstermeye gayret ettiler.

Doksan dakikalığına tüm Türkiye’nin beynini durduran derbi maçında olaylar çıkarttılar. Futbolu yalnız futboldan ibaretmiş gibi göstererek, üstüne büyük bir yüzsüzlükle kuru ve fanatik politik sloganlar attılar. Ülkedeki sporseverleri ahmak yerine koydular.

Tescilli terör örgütü mensuplarını piyon gibi başkan adaylığına yerleştirdiler.

Milliyetçi oldular, ümmetçi oldular, Atatürkçü oldular… Devlet üstüne devlet kurmak için kılıktan kılığa girdiler. FETÖ, PKK ve bunların zincirli olduğu Batı ittifakı ne emrediyorsa teker teker yaptılar.

***

24 Haziran seçimlerinden önce de sonra da, şer ittifakı menfaatlerine yönelik iğrenç atılımlarından, ince projelerle yürüttükleri kaos mimarlığından vazgeçmeyecekler. Ama kısmetse 24 Haziran akabinde, eskisi gibi at koşturamayacaklarını da çok iyi biliyorlar. Basiretten nasipsiz ve toplumsal iradeye saygısız bir kitleyi arkalarına alarak son damlalarına kadar mücadele ediyorlar.

Bu noktada, onların, görüş ve seziş çapımıza şırıngaladıkları uyuşturucuyu acilen kusmamız gerekiyor. Çünkü bu birlik beraberlik, alttan alma, iyi niyetle yaklaşma morfini; temelinde sıhhate kavuşturucu bir ameliyat niteliği değil, aksine şer olanı meşrulaştırma vasfı taşıyor.

Milleti ve devleti, iç dış her cins saldırıya karşı daha temkinli, daha uyanık bir kimliğe büründürmek istiyorsak bölücü ve öldürücü birliklerin değil kalifiye ve bütünleştirici kutuplaşmaların savunucusu olmamız gerektiği kanaatindeyim.

Yerli ve milli olmayan her türlü düşünceye, bireye, kuruma ve ‘’birliğe’’ karşı, şu süreçte dikenlerimizi göstermekle, ayrışmakla mükellefiz.