Hakikat yolcusu artistlik yapmaz. Çünkü artistlikle hakikat yolculuğu birbirinin zıddıdır. İki farklı nehir…
Artistlik olsun diye dervişlik yapandan hakikat yolcusu çıkmaz. El bağlamayı bilmez. Bağladığı el dervişlik işareti değildir. Hele bir de afili kelimelerle sade ama etkileyici cümleler kurabilme yeteneği varsa… Merkez onundur. Bağlıları tarafından mürşit muamelesi yapılır. Üstad, reis veya patron…
Piyasayı o belirler. Sınırları o çizer. Onun işaret buyurduğu kişiler vardır tezgâhın etrafında. Şiiri, öyküyü, denemeyi filan ancak bu tezgâhın etrafında toplananlar dokuyabilir. Kendi dergisi dışındaki hiçbir dergi yaşamamalıdır.
Geldiği sokakları çabuk unutur. Büyüdüğü sosyal çevreyi. İmkâna kavuşur kavuşmaz ilk işi geçmişe dair ne varsa hepsini yok etmektir. Hatırlayanları uzaklaştırmaktır yanından. Bağlılarından tek istediği kendisinden başka kuş tanımamalarıdır.
Kendi kanonunu kurar. Otorite kendisi olmuştur. Onun zevkine göre şekillenir piyasa. Artık kara bir patrona dönüşür. Sonrası mafyatik yöntemler…
Her ne kadar bir derviş edasıyla yaşasa da…
Kendi elitinin kalıcılığı için acımasız bir edebiyat diktatörü kesilir; onun dergisinde yazan birinin imzası asla başka bir dergide görünemez. Kendine bağladığı biri başka birine biat edemez.
Samimi şiirleri vardır. ‘Kendi’ olduğu dönemlerde kalmıştır. Şimdi yazdıklarının şiir olmadığı, hatta kendisinin artık şair sayılmadığı gibi eleştirilere kapalıdır. Çünkü olmuştur. Artık şairden öte biridir o. Amatörlük elbisesini çöpe atmıştır.
Edebi adaleti savunanlara savaş açmıştır. Market şairliği veya yazarlığı umurunda değildir.
Dubrovka Ugresic’ten (Okumadığınız İçin Teşekkürler) bir alıntı:
“Hayatını ne yaparak kazanıyorsun?”
“Yazarım.”
“Onu kastetmedim… Hepimiz bir şekilde yazarız! Ben işinin ne olduğunu, faturaları nasıl ödediğini soruyorum.”
Bu kötü bir şey değildir elbette. Ekmek mühimdir. Ama ekmek için bu kadar acımasız olmaya gerek yoktur. Çünkü nicelik arttıkça nitelik yok olur.
Bir yazar örgütü ise yazarlarının sırtından geçinir. Varlık sebebi budur. Yazarlar emir eridir. Emreder gelirler. Konuşurlar ve giderler. Kamudan veya özel kurumlardan topladığı yardımların hesabını sadece kendisi bilir. Kimseye hesap vermez. Elinin kolunun uzandığı yerde başkasının olmasına asla izin vermez.
Şayet yayıncı ise… O her zaman ağlar bu ülkede. Milyonlarca kitap basılır ve satılır. Fakat bu gerçeği gizler yayıncılar. Çoğu hayatını kurtarmıştır. Dünyalıklarını tamamlamışlardır. Vasıflı olup olmamaları önemli değildir; en iyi yazar kendisine para kazandırandır. İdeolojisi filan yoktur bunun. Çünkü bir iştir. Pazarlama uzmanları, dağıtımcılar, pazarlamacılar, organizatörler…
Yazar şikâyet ettiğinde sürekli yakınırlar. Yakındıkça kazanırlar. Okuru ve yazarı sömürmeye devam ederler. “İyi” diye bir dertleri yoktur. İyi bir eserle çok satan arasında tercihlerini her zaman çok satandan yana kullanırlar.
Bu piyasadan bir Tanpınar, bir Yahya Kemal, bir Kemal Tahir, bir Nazım Hikmet çıkmaz. Yepyeni birtakım isimler çıkar ama pazar tahtaları toplanıncaya kadar. Veya birkaç örnek; o kadar.
Ugresic, “edebiyat dünyasında çoğulluğun bir çokluk ifade etmediği”ni belirtiyor: “Edebiyat kavramı ortadan kayboluyor ve yerini gitgide daha fazla kitaplara bırakıyor.”
El hâk doğru…
Bu durumda…
Sahih yazara ve iyi okura büyük görev düşüyor: Bütün sahtekarlıklara karşı uyanık olmak, hatta karşı çıkmak…