Ne olduysa modern sonrası oldu sanki. Modern zamanlardan hayır görmüş gibi şimdi de her şeyin post-modern bedelini ödüyoruz. Aydınlanma dediler, herkes kendi çapında aydınlanır sandık. Akmadı, damlamadı bile. İlk fırsatta savaş makineleri üretip insanlığın soyunu kurutmayı denediler.

Savaşlar, darbeler ve bu dönemin kutsal mabedi endüstri bütünüyle modern sonrasında keşfedilen vahşetle şekillendi. Doğal olarak çağın altın çocuğu demokrasi de eteklerini toplayıp bu oyuna dahil oldu.

Bu çağın öncekilerden farkı ve avantajı var elbette. Bu çağa cilalı cam devri denir, ben derim. Dış görünüş itibariyle ışıltılı, ambalajı şık, yeni ve güzel olan ne varsa bütün bu değerleri üzerinde toplar. Yeniyi, geleneği ve kalıcı olanı, değişim değirmeninde öğütür. Fakat işin içine girince anlarsınız ki karşınıza çıkan üretim süreçlerinde tasarlanan hile ve aldatma hikâyeleridir. Ham maddesi ucuz, emeği kolay ve tüketimi hızlı ne varsa içine konmuştur.

Değişken ve değişmedikçe değersizleşen bir üretim modeli. Medyası, sanayisi ve tarımı ile önümüze konan yeni dünya düzeni budur.

Kurumlar ve kurulları eliyle kendisini güvenilir ve şeffaf kılmak üzere her türlü tedbiri almasına rağmen son elli yılda neredeyse 2. Dünya Savaşı’nda ölenler kadar insan öldü ya da maruz, mağdur kaldı malum çağda. İşin tuhafı ortada ne savaş hikâyesi ve ne de savaşın kahramanları yok.

Saddamlar, Mladicler, Kaddafiler, Dudayevler birbirine karıştı. Kahramanlarımızı katillere karıştırdılar. Çocuklarımızın takip edebileceği bir hikâye kalmadı. Düzen, kendi soğuk demirlerine sürdüğü cilalarla beyinlerini dövüyor çocuklarımızın. İçlerine Çin işi naylon parçalar yerleştiriyor her gece, sadece tüketmesi gerektiğini öğretmek için.

Yaklaşık iki yüz yıldır sanayi ve üretimin kutsandığı bir dünyada insanlar sanayinin ve endüstrinin neden olduğu hastalıklardan hayatını kaybediyor. İyi ve sağlıklı bir yönetim için önümüze konan demokrasi en kolay manipüle edilebilir bir araç kılındığı için kıs kıs kıvranıyor.

Eğitim, formasyon, ehliyet sanal belgelerin garantörlüğüne kalmış. Emeğin ve ömrün değerini takdir edecek bir üst mahkeme, bir manevi sığınak ortada görünmüyor. Bu kolaycı ve cilacı düzenin icracıları kendilerinin de kalıcı olmadığını bildikleri için meselelerin temelden çözümüne de fırsat aramıyor.

Şehirlerin bu cilalı camlarla gözüne dik dik baktığı köylüler bu makyajın döküldüğünü gördüler. Fakat bu düzen dönüş yollarını da dinamitlediği için bu cenderede yaşanan hayata da ömür deyip geçiyoruz. Bir nesli daha mahvettik. Çocuklarımız için yeni bir dünya olabileceğini hiç olmazsa gösteremedik. Cılız bir uydu gibi bu düzene entegre ve angaje yolculuğumuz yeni bir galaksiye doğru evriliyor. Hikâye yine aynı. Acılara tutunarak geçecek yeni bir nesle hazırlanıyoruz.

Şehirlere kaçan insanların önüne geçip bu çıkmaz yolu haykıranlar olmadı. Şehirlere çağıranlar fabrikalarına ve cemaatlerine adam yığmak için amele pazarlarında nöbet tutuyorlardı. Tuttuklarını götürüp ömürlerini satın aldılar sonra da her birini bir tekaüt ile malulen cezalandırıldılar. Şehirlerdeki bu ağır işçilerin hiçbiri sağlıklı ve emekliliğinin tadını çıkaran Avrupalı hikâyelerine benzemiyor. Onlar bu cam görünümlü ham devirde hayatlarının en büyük acısını ahir ömürlerinde çekmeye devam ederler. Düzeni sürdürebilmek, yaşayabilmek için.

Önünde eğlendikleri Allah’ın boş arazilerinin önünden bile geçemeyecekleri bir şehir hikâyesini başlarını kaldırıp görmeye bile mecalleri yoktur.

Şehirleri ve düzenleri ile tırnağını tenimize geçirmiş bir dünyada hayatta kalmaya çalışıyoruz. Sadece hayatta kalmak için, verdiğimiz mücadele. Kendisine bahşedilen ömrün izzetinden elde ettikleri hak ve özgürlüklerini evraklara bağlamadan yaşayabilmek için…