Dünyada uluslararası öğrenci piyasası ve Türkiye’nin misyonu (II)
Şu an, yabancı uyruklu öğrenci temini amacıyla geldiğimiz İspanya Sevilla’da Uluslararası bir fuarda pazarın büyüklüğü ve rekabeti her yönüyle görebiliyoruz.
Ülkeler gönderdiği öğrenciden de kabul ettiği öğrenciden de bir şekilde ülkesinin ve kültürünün tanıtılmasında sonuna kadar istifade ederler. Mezunlar o ülkelerden mezun olanlar da farkına vararak veya varmayarak o ülkenin gönüllü elçilerine dönüşürler. Bunun bizde de gerçekleşebilmesi için gelen öğrenciyle temasın yoğun şekilde ancak onları sıkmadan sürdürülmesi gerekir.
Türkiye’nin Orta Asya ile Güney ve Kuzey Kafkasya’dan getireceği öğrenciler konusunda ciddi bir alan çalışması yapması gerekli. Rusya Federasyonunda yaşayan çoğu Türk kökenli Müslüman halklarla birlikte bahsettiğim bölgenin nüfusu 200 milyonun üzerinde. Bu insanlar, Türkiye ile dini, tarihi, kültürel bağları güçlü olan ve bu bağları sürdürmek isteyen toplulukların mensupları. Türkiye’nin bölgeyle; din, dil ve kültürel benzerlik bakımından bağları ilgili diğer bütün devletlerden fazladır. İran’ın bölgedeki kültür ve mezhep çalışmalarına bu bağlamda ayrıca dikkat çekmek gerekir.
Bu bölgelerden gelen yabancı uyruklu öğrencinin dil problemi yaşamaması ve kolayca Türkiye Türkçesine intibak etmesi için mutlaka bir Türkiye Türkçesi hazırlık programına alınmaları önemlidir. Çünkü genellikle aynı dilin konuşulduğu gerekçesiyle doğrudan kayıt yaptırılmakta ve hem çevre değişikliği hem de alan terminolojisindeki farklılık başarıyı etkilemektedir.
Mesela Ortadoğu’dan öğrenci alırken de sürekli izlenilen bir strateji olmalıdır. Mesela Kuzey Irak’tan öğrenci önceliği Türkmenlerden ve Türkiye’ye yakın olan Kürt ailelerden olmalıdır. Bağdat yönetimi burslu olarak öğrencilerini öncelikle İran’a ve ancak öğrencilerin ısrarlı olması halinde Türkiye’ye burslu olarak göndermeyi tercih ediyor. Bu konuda da sıkı bir takip gerekli.
Bu devlet politikalarının güçlü ve tutarlı olmasına bağlıdır ancak bu tek başına yeterli değildir. Bu önemli sahada STKlar da olmalıdır:
Batı ülkelerinde yabancı öğrencilerle ilgilenenler devlet adına üniversitelerdir. Bunun dışında hayır kuruluşlarının ve Kilisenin bu kitleye seçici olarak belirli imkânlar sağlandığı herkesçe bilinir.
UDEF çatısı altında birleşen 54 dernekle uluslararası öğrenciler konusunda büyük bir hizmet veriyor.
Daha işin başında Babı Alem erkek öğrenciler için ve Sefirei Alem ise bayan öğrenciler için büyük hizmetleri sağlayan dernekler olarak dikkat çekiyordu. Daha sonra diğer şehirlerde de kurulan dernekler birbirini izlemişti. Bu dernekler şu ana kadar binlerce öğrenciye barınma ve burs imkânı ile meslek edinme kursları ve seminerlerle destek oldular.
Bünye dışında kalmayı tercih eden ancak sahada çalışmaya devam eden dernekler de var. KOCAV ile Sınırsız Kardeşlik ve İnsani Yardım Derneği-KİYADER bunlardan bir kaçı. KİYADER sadece uluslararası öğrenciyle ilgilenmek üzere kurulan 3. dernek. Şu anda Türkiye’ye gelen öğrencilere burs ve barınma katkısı sağlama yanında, yurtdışında ilk ve ortaokullar kurmakta ve yetimhanelerle ilgilenmektedir.
Türkiye büyük bir coğrafyayla dini, kültürel, tarihi, ticari ve ekonomik bağlarla bağlıdır.
YURT DIŞINDA BULUNMAK GEREKLİ Mİ?
İlk defa 1999 yılında Kazakistan’da Yesevi Üniversitesi’nde hukuk fakültesini kurmak üzere birkaç hukukçu ile birlikte bulunduğumuzda Kazak öğrencilere Türkiye tecrübesini anlatırken aslında bizler de bölgenin biriktirdiği tecrübeyi öğrenmiş oluyorduk. Açıkçası, dönüşümde birçok konuda kendimi daha sorgulayıcı objektif ve özgüvenli hissetmeye başlamıştım. Kazakistan gibi bir ülkede bile kazanılabilecek gözleme dayalı bilgi, tecrübe ve görgü bir farklılık ve avantaj olarak her zaman işime yaradı.
Sonraki yıllarda Rusya, Azerbaycan, İtalya, Hollanda, Belçika İtalya, İspanya gibi 30 KADAR ÜLKEDE ülkede akademik amaçlı olarak bulunmak kısmet oldu ve üç yılda Bosna Hersek’te rektör olarak görev yaptım. Bütün bu süreçlerin yaşınız kaç olursa olsun devam edegelen bir öğrenme süreci olarak algılanması gerekiyor. En iyi bildiğiniz ve profesyonel olarak yaptığınız işler sırasında bile öğrenme, bilgi ve tecrübe kazanma süreçlerimiz devam eder.
Herhalde bu sebeple olsa gerek kadim kültür öğrencinin hangi şehirde olursa olsun hocanın/ bilim adamının ayağına gitmesi üzerine kuruludur. Öğrenci/öğrenici /talip, bir yandan farklı bir coğrafyada yaşayan bir bilim adamı/alim iklimine girer ve yeni bir şehrin farklı kültür atmosferini solur.
Bu imkan günümüzde eski anlamıyla mümkün olmasa da farklı ülkelerde bulunmanın ve mesleki eğitim almanın veya yüksek öğrenim görmenin öğrenme süreçlerindeki kişiye katkısı gerçekten büyük olur. Burada aynı grubu tekrar etmek isterim.
Farklı her kültür ortamının öğrenciye katacağı yeni perspektifler vardır. Bosna, Azerbaycan, Malezya, Makedonya, Hollanda, veya ABD de bulunmanın sağlayacağı katkının en azından bir yıllık periyot bakımından büyük bir farkının olduğunu düşünmüyorum. Yeni karşılaşılan kültür ne kadar yakın olursa olsun öğrenme yolcusunun orada ilk bir yılda öğrenecekleri vardır. Mesela bu sayılanlar içerisinde dil ve kültür atmosferi bakımından bize en yakını olan Azerbaycan’a veya Bosna’ya giden bir Türk öğrencinin müzikten sanata toplumun diğerlerinden insan ilişkilerine ve yeni bir dil veya şiveye kadar görebilecekleri çeşitliliğinin bulunduğu mekandan hiç çıkmamış birisine göre fark oluşturduğu kanaatindeyim.
Kültür farklılığı ne kadar farklı ise öğrenme yolcusu o derecede zorlanır ancak bu zorluk süreçleri insanın pişiren ve olgunlaştıran deneyimi arttıran bir süreç oluşturur.
Türkiye’de yurtdışına öğrenci gönderme eğilimi 1800 yıllarda Fransa’ya öğrenci gönderilmesi ile başlanmıştır. Bunun Türkiye’de modernleşme hareketlerinin başlaması yönü ile ciddi etkileri olmuştur. Fakat bu ilk temasların Osmanlı aydınının “sudan çıkmış balığa döndüğünü” ilk örneklerdir. Çünkü birbirine uzak ve iki paradigmanın ürünü medeniyetin karşılaşması zayıflamış olanın yenilgi psikolojisi ve kompleksle geri dönmesi sonucunu doğurdu. Bu trend 20. yüzyıl boyunca bilim adamlarını ve genç araştırmacılarının yönlendirildiği tek adres olarak Avrupa ülkeleri olmuştu. Özellikle 1980’lere kadarki gelişmişlik farkının açık ara farklı olduğu dönemlerde gidenlerin çoğu gittikleri ülkelerde kalmaya çalışıyor veya arzu edilen bilgi ve tecrübe transferini Türkiye’deki alt yapı eksikleri dolayısıyla sağlayamadan geri dönüyordu. Bu anlamda eksik tutarsız ve amacına hizmet etmeyen bir proje olarak akim kalıyordu. Üstüne üstlük 150 yıllık hikâyemizin özeti olarak bu kişilerin önemli bir kısmı kendi ülkesine karşı komplekslerle geri dönüyordu.
Aslında burada kastımız Türkiye’den dışarıya yönelen öğrenci hareketliliğini anlatmak değildi.