Dışişleri Bakanlığı doğası gereği bir ülkenin en önemli kurumlarının başında yer alır. Kimin ne kadar dost ve ne denli düşman olduğunun tam anlamıyla ve rahatlıkla bilinemediği karmaşık ülkeler ve uluslararası ilişkiler ağı içerisinde bazen sıkı bir bulmacayı çözebilme mahareti ve bazen de usta bir satranç oyuncusu yeterliliği gerektiren çok özel bir meslektir diplomasi. Evvelki gün yayınlanan kararnameye göz attığımızda 2009’dan bu yana Türk dış politikasına yön veren başta sayın müsteşar olmak üzere birçok önemli ismin saha görevlerine gönderildiği açıkça görülüyor. Bunu bir kan değişimi ve tazelenme girişimi şeklinde okumamız mümkün olacağı gibi, sabık Dışişleri Bakanı ve Başbakan Davutoğlu’nun bakanlık bürokrasisi üzerindeki etkisini kırmak ve dolayısıyla dış politikada farklı yönelimlere girileceğinin ilk sinyalleri olarak da algılayabiliriz. Ancak bu politikanın ne olacağı ve ne gibi değişiklikler içereceği konusunda ‘’dost artırıp düşman azaltma’’ retoriği dışında elimizde fikir verici hiçbir done bulunmuyor. Ayrıca MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın AK Parti’den milletvekili aday adaylığı başvurusu için görevinden ayrıldığı süre içerisinde yerine vekâlet eden yardımcısının bu kararnameyle birlikte büyükelçi olarak Paris’e atandığını görüyoruz. Bu durumu, her ne kadar bu kararnamede ismi yer almasa da, uzunca zamandır görevden alınacağı yönünde spekülasyonlar yapılan Hakan Fidan sonrası MİT’in dizaynına yönelik bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Muhtemeldir ki, Hakan Fidan için de kısa bir süre sonra ek bir kararname çıkartılacaktır. Özellikle son dönemde teşkilatın dış operasyonel fonksiyonlar icra edeceği şekilde yapılandırılmasıyla birlikte, Dışişleri Bakanlığı’yla tam anlamıyla uyum içerisinde çalışması bir zorunluluk haline gelmiştir. Kısacası bu kararname bize uzunca zamandır dış politikada yöntem değişikliğine gidileceğine dair yayılan söylentilerin aslında gerçeğin önemli bir kısmını içerdiğini gösteriyor; kuvveden fiile geçmek üzere start verilmiştir artık.

Ancak tüm bunlardan önemlisi ve maalesef Dışişleri Bakanlığı’nın başta büyükelçiler olmak üzere çeşitli ülkelere atadığı diplomatik misyon üyelerinin ilgili ülke ve coğrafyaya ilişkin birikim ve donanımları üzerinden değerlendirme yapmak konusunda yaşadığı zorluklar. Özellikle lisan ve coğrafyaya hâkimiyet sorunu bunların en göze çarpanları. Ortadoğu ülkelerinden birinde görev yapan bir büyükelçinin Arapça bilmiyor olduğunu öğrendiğimde yaşadığım şaşkınlık, Arap ülkelerinde görev yapan hiçbir büyükelçinin bu dili bilmediği bana söylendiğinde dehşete dönüşmüştü. İngiltere’nin Ürdün’de görev yapan büyükelçisi ise anadili gibi Arapça konuşuyor ve üstelik bu mesleğe adım attığı ilk günden bu yana,18 yıldır sadece Arap ülkelerinde çalışıyordu.

Aklıma geldi de, şimdi Belgrad’da 5 yıl boyunca görev yapan bir diplomatın Rio de Janeiro’ya atanmasındaki faktör son derece iyi şekilde Portekizce konuşup, Güney Amerika ve özelde Brezilya siyaseti üzerine yıllarca çalışmış olması mı? Var sayalım ki öyle, o halde bunca süre neden Belgrad’daydı? Sorular, sorular…

Esen kalın…