Daha önceki yazılarımızda da sıklıkla vurguladığımız üzere, 21. yüzyılın başlangıcından itibaren küresel siyaseti etkileme kapasitesine sahip devletler, yeni enerji kaynaklarının taksimatı ve enerji kaynaklarının transferi konusunda kendi aralarında ciddi bir mücadele vermektedirler. Bu çerçevede, bölgesel aktörler rakiplerine üstünlük sağlayabilmek için yerel ve bölgesel güçleri kendi yanlarına alarak, güç dengesini kendi lehine çevirmeye çalışıyorlar.

Konuya bu pencereden baktığımızda, Türkiye’nin enerji jeopolitiğinden dolayı önemli bir ülke haline geldiğini görebiliriz. Türkiye’nin Karadeniz, Hazar ve Akdeniz havzasındaki jeopolitik üstünlüğü, kaçınılmaz olarak Türkiye’yi küresel aktörler arası yürütülen çatışmanın bir parçası haline sürüklemektedir.

Bugünlerde Baltık’ta Kaliningrad, Karadeniz’de Kırım, Pasifik’te Kore ve Akdeniz’de Kıbrıs’ın uluslararası siyasetin gündeminde ön plana çıkmasının altında yatan ana neden ya yeni enerji kaynaklarının varlığı ya da enerji güvenliğinde oynamış oldukları kilit roldür. O halde bu çatışmanın sonucu ne olacaktır? Bu konuda çok sayıda görüş ve yorum bulmak mümkündür. Fakat geçmişe baktığımızda, bunun kabaca iki çözümü olduğunu görebiliriz. Bunlardan birincisi, hegemonik bir güç sayesinde ortaya çıkacak üst otoritedir. Kısaca tek bir devletin, diğer tüm devletlere söz geçirebildiği bir siyasal ve ekonomik yapının meydana gelmesidir.

Ancak böyle bir güçten günümüz koşulları itibariyle söz etmek mümkün değildir. ABD diğer tüm devletlere nazaran daha güçlü bir devlet olmasına karşılık, mutlak bir güç değildir. İkincisi ise, çatışmanın ortak menfaat şemsiyesi altında işbirliğine dönüşmesidir. Bu durumda, birbirini mutlak manada alt edemeyen devletler, mevcut durumu işbirliği içerisinde çözerek ortak bir çıkar etrafında birleşirler.

Söz konusu iki seçeneğin dışındaki tüm tercihlerin sıcak veya soğuk savaş çıkarma olasılığı oldukça yüksektir. Kısaca, birinci seçenek şimdilik vücut bulamayacağına göre, günün şartlarında en rasyonel tercih işbirliği olacaktır. Türkiye’yi yorumlayacak olursak, küresel aktörlerin işbirliğinden başka bir seçeneği olmadığı uluslararası ilişkiler ortamında, işbirliği temel şiarı olmalıdır. Türkiye’yi yalnızca askeri gücün koruyamayacağını bilmek önemlidir. Türkiye her alanda güçlü olmalıdır. Kendi ülke sınırları içerisinde olduğu gibi sınırlarının dışında da güçlü olmalıdır. Böylesi bir güç ancak sınır aşan girişimler neticesinde ortaya çıkan işbirlikleriyle sağlanabilir.

Bu bakış açısının merkezinde çok yönlü ve çok merkezli denge politikası vardır. Dış politikanın merkezinde sadece Avrupa’nın bulunması çok büyük bir eksiklik olacağı gibi, Avrupa’nın hesaba katılmadığı bir dış politika anlayışı da aynı minvalde büyük bir eksiklik olacaktır. Ayrıca bu diplomasi anlayışına güç katabilmek için Türkiye dış politikada diğer devletler gibi esnek yapısını muhafaza etmeyi ihmal etmemelidir. Dış politikada ilkeli olmak ile esnek olmak aynı değildir. Her ikisi farklıdır. O nedenle dış politikada esneklik diplomasiye ciddi bir güç katan önemli unsurdur. Türkiye’nin jeopolitik yapısının ve coğrafi uzamının yönetimi ancak esneklikle aşılabilir. Unutmamak gerekir ki, esnekliğin mukavemeti çoğu zaman sertlikten daha üstündür.