“Bir gün birden bire kaybetmişti gerçekleri. Korkudan tir tir titriyordu elleri. Anlamsızlık, yüzüne yansımıştı. Kaçmak istiyordu, kaçamıyordu.”

Tüm düşünceler işlevini kaybetmiş gibiydi. Hatırlamak için elleriyle kafasına vuruyordu. Gözleri küçülmüş bakışları mayışmıştı. Kafası git gide ağırlaşıyor, omuzları bütün yüklerini sineye çekiyordu.

Çoğaldıkça küçülüyor kelimeler, uzattıkça kapanıyordu cümleleri. İç çekiyordu sürekli. Geçmiş sırtından kırbacı eksik etmezken gelecek pusuya yatmış aslan gibi pençelerini saklıyordu.

Acı hissediyordu. Özellikle bedeninin sesine kulak veriyor, anlattığı haykırışları fark etmeye çalışıyordu. Kimin hangi gelişiyle hevesleneceğini tahmin bile edemedi. Sağı solu gözetledi. Emin değildi. Yine düşündü. Sözleri onu zincirlemişti ki aniden ağzından dökülüverdi: “Hadi, bitirelim artık şu işi!”

“Biliyordu başına gelecekleri.Zaten az çok da belliydi. Hafif geri çekildi. Pencereye dikildi. Yine iç çekti. Hayali bu sefer gözlerinde belirdi. Sitem etmek istedi; yalnız sitemleri onu çoktan terketmişti…”

Kendini gölgelere saklıyordu. Akşamüstü gülüşlerini güneş batmalarına giydirmişti. Güzeldi. Peki, tüm bu sorgulamaları hayatının neresine giydirmeliydi? Belki de sorular çoktan bitmişti. Karşılaştığı bitişlere karşı özüne savunmalar yerleştirdi. Bu sefer hazırlıklı gelmişti.

İtiraf sırası kendine söylediği yalanlara gelmişti. Hangi konularda kandırmıştı kendini? Nelerin üstünü kapatmıştı? Kendine söylediği ilk yalanı neydi? En çok hangi konuda yalan söylerken utanmıştı kendi kendine? En basit geçiştirdiği yalanı neydi? Ya hatırlayamadıkları… Ya unuttukları… Ya unutmaya çalıştıkları…

Sonra büyük bir dirayetle yeltendi ve “ne olursun” dedi, biraz düşünmeme izin ver. Çünkü artık gücü tükenecekti. Kuytuya çekildi. Çaresizdi. Geçmiş sanki geçmemiş gibi, gelecek de galiba gelmeyecekti…

“Islık çalar, geçerim de yanından; fark etmez, ruhun duymaz, unutmuş sanırsın…”

Geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp dururken insanneden kaçırır şimdiyi?…