Geçtiğimiz haftanın en kritik gelişmelerinden birisi hiç şüphesiz ki 6-8 Ekim kalkışmasının başaktörü Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın, İBB Başkanlığı için aday olabileceği yönündeki açıklamasıydı.
Birçoklarınca sıradan bir atraksiyon gibi addedilen bu girişim bana göre çok önemli bir gelişmenin habercisi…
PKK’nın yansıttığı şöyle bir örgüt hiyerarşisi vardır:
‘Önderlik’ tesmiye ettikleri Öcalan, eylemlerin kumanda merkezi Kandil, siyasal uzantı olan parti…
Apo’nun uzun yıllardan beridir İmralı’da olması, örgüt açısından ‘önderliği’ sembolik bir konuma taşımıştı malum.
Kandil, 2019’da bu sembolik konumu da yok etmiş ve yegâne otorite hâline gelmişti.
‘Ne olmuştu 2019’da?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Dilerseniz hatırlatalım…
PKK’nın Suriye kolu YPG, fiilen Amerika’nın ‘kara ordusuna’ dönüştüğü günden beri on binlerce masum insanın katili örgüt de doğrudan Amerika’nın güdümüne girmişti.
Erdoğan’ı indirme kararlılığında olan Amerika, Türkiye dışında ve içinde bu örgütü anılan amaç için kullandı.
Öcalan’ın hapisten kurtulma ümidi ile Türkiye lehine birtakım kararlar alabileceğini hesaba katan Amerika, Kandil’e, Apo’nun bu yönde bir inisiyatif alması hâlinde yok sayılması talimatı verdi.
İşte 2019, Apo’nun Kandil tarafından resmen yok sayıldığı tarihti.
Hatırlanacağı üzere 2019 yerel seçimlerinde PKK’nın o günkü partisi HDP, İmamoğlu’nu destekleyeceğini deklare etmişti.
Tam o süreçte Öcalan’la görüşen kardeşi, ziyaret sonrasında ‘önderliğin’ ‘HDP’nin, seçimde tarafsız kalması gerektiği’ yönünde bir iradesinin olduğunu açıkladı.
Kandil ve güdümündeki HDP, ‘önderlik esaret altındadır, bu nedenle söyledikleri geçerli değildir’ diyerek talimatı reddetti ve tabir caiz ise Apo’yu buruşturup çöpe attı.
Kandil tek otoriteydi artık.
Çatlak sesler çıksa da HDP, eskisine oranla çok daha belirgin bir şekilde Kandil’in güdümüne girmişti.
Troyka dağılmış, tek bir güç kalmıştı…
İşte tam bu noktada, malum çıkışla ‘Ben de varım’ demeye getiriyordu Demirtaş…
Demirtaş, genel başkanlık sürecinde örgüt nezdinde kendine has bir sempati halesi oluşturmuştu.
Özellikle de gençler, idol olarak gördükleri bu modern figüre öykünüyor ve örgütün geleneksel yapısından farklı bir tavır sergiliyorlardı.
Demirtaş bunun farkındaydı ve hapisteyken bile inisiyatif alabileceğini göstererek Kandil’in rahatsızlığını hiçe saydı ve 2023 seçim sürecinde aktif bir rol üstlendi.
Dahası, ‘Partim isterse Cumhurbaşkanı adayı olurum’ bile dedi.
Aslında bu, Demirtaş’ın bir özne olarak örgüte yönelik ilk muhalif duruşunu resmediyordu.
Sonrasında yaşanan gelişmeler, Demirtaş’ın bir adım daha ileri gidebileceği bir noktaya ulaştı ve yazının başında bahsettiğimiz hadise gerçekleşti.
Demirtaş’ın, eşi üzerinden yaptığı bu atraksiyon, sanıldığı gibi DEM Parti’nin CHP ile olan pazarlığında elini güçlendirme amacı taşımıyor…
Mahut hamle, doğrudan doğruya Selahattin Demirtaş’ın hem partiye hem de Kandil’e kafa tutması anlamına geliyor.
Kandil güdümündeki parti, hiç kuşkusuz ki bu talebi görmezden gelip CHP ile iş tutacaktır lakin burada asıl soru şudur:
Gözünü karartıp yeni bir pozisyon alan Demirtaş, bu hamlesi nedeniyle cezalandırılacak mı yoksa hadise soğumaya terkedilip hesaplaşma seçim sonrasına mı bırakılacak?
Cevap ne olursa olsun DEM Parti içerisinde derin bir çatlak husule gelmiştir ve görünen o ki; 31 Mart akabinde yeni bir partinin kurulması ciddi ciddi tartışılacaktır.