İki soru ve bir konu zihnimi sürekli meşgul ediyor:

1- Sürekli konuşmak iletişim kurmak için yeterli midir? İnsanın sürekli kendini konuşmak zorunda hissetmesi bir tür şahsiyet zayıflığı sayılabilir mi?

2- Hafıza, geçmişi korumak için yeterli bir araç mıdır? Yani ‘geçmiş’ dediğimiz şey sadece hafızaya emanet edilebilir mi?

Bu iki soruya cevap ararken, hafızam bana bir oyun etti. Cumhuriyet’in edebiyat kanonu içinde kendine sağlam yer edinmiş olan…

Ve nedense ‘gurbet şairi’ olarak anılan Kemalettin Kamu (1901-1948) gelip oturdu zihnime. Şair ve siyasetçi olarak tanırız kendisini. Üç dönem CHP saflarında vekillik yapmışlığı var. Daha da önemlisi şiirleri daha düne kadar okul kitaplarının aranan örnek metinleri arasında idi.

Cumhuriyet’in yolları döşenirken daha çok genç. Yirmili yaşlarda…

Dönemin siyasi kadrosu köy köy, bucak bucak, il il yeni rejimi tanıtmak ve ideolojisini anlatmak için bütün ‘argümanlar’ı kullanıyor. Bunların başında da edebiyat geliyor. Eserleri ile yakın dönem edebiyat tarihimize ismini yazdırmış nice yazar ve şair bu kanonun içinde…

Şu dizeler işte bu kanonun en önemli isimlerinden Kemalettin Kamu’ya ait:

“Ne örümcek ne yosun 

Ne mucize ne füsun 

Kâbe Arap’ın olsun 

Bize Çankaya yeter…”

Başka örnekler vermeye gerek yok, zira birçoğunu sizler çok iyi biliyorsunuz…

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ‘Yeni Türkiye’nin sembolü. Yeni dönemin başlangıcı. Çankaya edebiyatı bitti. Dolayısıyla aklı karışıklar için tapınma mekânı olarak görülen bu güzide beldemiz sadece Ankara’nın bir ilçesi olarak varlığını sürdürüyor.

Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin mimari özellikleriyle donanmış olan külliye hizmet vermeye başladıktan sonra da Çankaya Köşkü yıkılmadı. Yani medeniyetimizin sembol binalarından biri olarak yaşatılıyor.

Sultan camilerinden sonra özellikle İstanbul’da bu evsafta camiler yapılmadı. Kocatepe dışında Cumhuriyet dönemine ait Sinan benzeri bir mimari şaheserden söz edebilir miyiz? Hayır!

Çamlıca Camii, işte böyle bir anıt olarak medeniyet inşa ediciler tarafından semaya yükseliyor.

Hatırlayalım…

Cumhuriyet’ten sonra muhteşem saraylarımız sadece turistik mekân olarak kullanıldı. Buraları gezerken padişahın ne kadar kötü bir insan olduğu, kendi keyfi için bu denli devasa binalar yaptığını filan anlatıp durdular.

Şimdi bu saraylar devletin hizmetinde…

Osmanlı ile Cumhuriyet’in artık nikâhlandığını söyleyebiliriz.

Malazgirt Zaferi’nin devlet imkânlarıyla kutlanmaya başlanması…

Resmî törenlerden hemen önce Kur’an tilavetinin yapılması…

Fetih kutlamalarının daha ciddiyetle gerçekleştirilmesi…

Bütün bunların sembolik birer anlamı var. Türkiye yeni bir dönemin eşiğinde. Bu süreçte yeni bir medeniyet inşasına başlandı. Hiçbir şey başarılamamış olsa dahi bundan geriye dönüş olmaz, olmayacaktır.

“Kader gayrete âşıktır…”

Bu böyledir…

Bir ülkenin büyüklüğü…

Büyüklüğünü geçelim, tam bağımsızlığı…

Merhum Erbakan’ın tabiriyle; ordusunun, medyasının ve ekonomisinin kime bağlı olduğuyla doğrudan ilgilidir. Yani devleti oluşturan aygıtlardan birisi bir zümrede, diğer bir bölümü başka bir cemaatte/ cemiyette olursa bu iş yürümez.

Bugün yaşadığımız her şey bu meseleye doğrudan bağlıdır.

Üçüncü havalimanı veya Kanal İstanbul’u anlamak istemeyenlerin bilmediği de…

Ülkede sermaye el değiştiriyor. Yıllarca belli vesayet odaklarının veya zümrenin lehine olan bu durum artık ortadan kalkıyor. Yani sermaye dağılıyor.

Eskiden Florya zenginleri vardı. Şimdi onların yerini Çatalca zenginleri alacak. Bu hemen olmayacak ama 20 yıl sonrası için notlarınızı alabiliriz.

Mabeyn Köşkü’nün devletin kullanıma açılması…

Kanal İstanbul veya Çamlıca Camii…

Hatta Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne böyle bir derinlikten bakmakta yarar var.

Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak. Düzen değişse bile eski haline dönmeyecek, başka bir görünüme bürünecek.

Devlet eliyle/ zoruyla mutlu azınlık olarak koordine ve kontrol edilen birtakım huzursuzun gece gündüz ‘bik bik’ yapması bunun içindir.