Türkiye’de değişen devlet paradigmasının en önemli çalışması nedir diye sorarsanız, TBMM’nin 95 yıl sonra yayımlama iradesi gösterdiği “İstiklal Mahkemeleri Zabıtları” olduğunu ifade edebilirim. Dedikodu tarihçiliğinden belge tarihçiliğine geçen bu çalışma aynı zamanda devletin de kendisiyle yüzleşmesi demek. Bu yüzleşme kapsamında, kurulmasından 95 yıl sonra, İstiklal Mahkemeleri’ne ait bazı belgeler gün yüzüne çıkarak, kamuoyunun bilgisine sunuldu. Bu belgeler 3 ciltte toplandı. “İstiklal Mahkemeleri” başlıklı birinci cilt 330 sayfadan, “İstanbul İstiklal Mahkemeleri” başlıklı ikinci cilt 286 sayfadan, “Elcezire İstiklal Mahkemesi” başlıklı üçüncü cilt ise 290 sayfadan oluşuyor. Eskişehir İstiklal Mahkemeleri” başlıklı dördüncü cilt ile “Isparta İstiklal Mahkemeleri’ başlıklı beşinci cilt basım aşamasında; kalan diğer mahkemelerin tasnifi, indeksi ve elektronik ortama aktarma çalışmaları devam ediyor.

Türkiye’de özellikle hala hareketin İslami mi yoksa Kürtçü mü olduğu tartışılan Şeyh Said kıyamına ait yargılama ve belgelerin yer aldığı Şark İstiklal Mahkemeleri Zabıtları da inşallah devlet paradigmasında bir değişiklik olmazsa açıklanacak. Meselenin ne olduğunu, kimin nasıl baktığını ve ne söylediğini o belgelerde görmüş olacağız.

Diğer taraftan Ankara 2 Nolu İstiklal Mahkemesi ile birlikte, gerçekten Ankara’da ne olduğunu, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında kimin hangi itirazları yaptığını ve hangi komplolara kurban gittiğini okuyacağız. Sabırsızlıkla bunun da kamuoyu ile paylaşılmasını bekliyoruz. Bu vesile ile bu çalışmaya emeği geçenlere teşekkür ediyorum, onlar birer kahraman, sağ olsunlar var olsunlar. Emeklerine sağlık.

Çözüm Süreci’nin en önemli ayaklarından biri de yüzleşme kültürünün geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. Bu bakımdan devletin kendisi ile yüzleşmeye başlaması ve bu iradeyi ortaya koyması, hakikatler ya da benim ifademle helalleşme komisyonlarının varlığını daha da anlamlı kılmaktadır.

Bu çalışma neticesinde Şeyh Said, Said Nursi, Seyit Rıza gibi insanların mezarları da artık ortaya çıkarılmalı ve bu insanların bir mezar taşı olmalıdır. Bu “Kemalist” travmanın ortadan kaldırılması için son derece önemli ve gereklidir. Bu vesile ile bugün yapılan bu yöndeki müracatlarında hızlı bir şekilde sonlandırılması, özellikle bu atmosferde oldukça önemli ve gereklidir.

Resmi tarih algısı ile inşaa edilen tarihimiz ne yazık ki, bizi birbirimize yakınlaştırmak yerine sürekli olarak kamplaştırdı. Resmi tarihin düşmanlarının halkta bir karşılığı olmadığını 95 yıl sonra net olarak görebiliyoruz. Bu bakımdan kırmadan, dökmeden, yıkmadan resmi tarih ile yüzleşirken kendimiz ile de yüzleşme becerisini göstermeliyiz. Bu toplumun travmalarını ancak yüzleşerek, ikrar ederek, ağlayarak ya da ağlatarak sona erdirebiliriz.

Bu yazıyı yazdığım Diyarbakır’da Ulu Camii Önün’de yaşlı bir amcanın dediği gibi bitireyim: “Biz geçmişin üzerinden kelam söylemekten bıktık. Biz dualarımızı gizli yapmaktan bıktık. Aha az ilerisi Dağ Kapı Şeyh Said Efendi’nin arkadaşları ile asıldığı meydan. Her o meydanda geçtiğimizde sigara yakmaktan bıktık… O meydanda, o mezara karşı Yasin okumak isitiyorum ama mezarını bilmiyorum… Yeter vallahi, billahi bıktık…”