Belki Finlandiya ya da İsviçre’de yaşıyor olsaydık, darbeyi ima eden sözler toplumumuzda bu kadar karşılık bulmazdı. Fakat, bir asırdan fazla bir süredir bu topraklarda, kanlı darbelere ya da katliama varan teşebbüslere şahit olan bizler için CHP’li Özgür Özel ve Canan Kaftancıoğlu‘nun iktidarı devirmekle ilgili sözleri “ima”nın ötesinde bir anlam kazanıyor.

“Saray rejimi” diyerek kendilerince diktatörlükle itham ettikleri Hükumeti, seçimle olmaz ise “başka yolla” yıkacaklarını söyleyenlerin sicilleri zaten kendilerini ele veriyor. Kaftancıoğlu, Gezi teröründe aldığı rol sayesinde parti içerisinde yükseldi.

KAFTANCIOĞLU VE GEZİ TERÖRÜ

Hatırlayalım: Tüm partilerde olduğu gibi CHP’de, 80 sonrasının depolitizasyon sürecinden etkilenmiş, militan kadrosunu yitirmişti. Fakat, 28 Şubat darbesini ezerek büyüyen ve giderek iktidarını perçinleyen Ak Parti karşısında normal yollardan iktidar olmak mümkün değildi. Sokağı terörize etmek, gençliği militarize etmek gerekiyordu. Gezi bunun bir denemesiydi.

Arap Baharı’nın rüzgarıyla yeni bir sokak hareketi örgütlenmeliydi. Fakat bu defa hem sol hem de sağ muhalifleri “bir sokakta toplamak” gerekiyordu. Sol örgütlerin dahi birleşemediği bir yerde bunu kim başaracaktı?

MLKP’yi PKK’yla uzlaştırıp HDP’de buluşturan Figen Yüksekdağ nasıl yüzde 0,1 bile alamayan partisi ESP’yi Meclis’e taşıdıysa, Kaftancıoğlu da birbiriyle husumetli sol örgütleri “zaptedilemez militan kimliğiyle” tek çatıda toplayabilirdi. CHP’lilerin DHKP-C cenazelerinde ağıt yakması, Kaftancıoğlu’nun PKK’lı terörist kadınlara ve MLKP liderlerinden Hasan Ocak‘a selam göndermesi boşuna yapılmış işler değil.

İttifaklarına çorbadaki tuz sadedinden şuursuz İslamcıları da dahil edebilirlerse “imaj sorunu” yaşamayacaklardı. Sola öykünen ya da bekledikleri kadar makam, servet elde edemeyenleri dahil etmeyi başardılar. Geriye Türkçülerden devşirebildikleri kalıyordu: Onları da makam peşinde koşan, Kemalist kimliği Türk-İslam ülküsünün önüne geçmiş kişilerde buldular. Kadro tamamdı.

KİRLİ İTTİFAKIN İLK BOZGUNU

Hesap edemedikleri tek şey, tıpkı yoldaşları FETÖ’cülerin de 15 Temmuz gecesi gözlerini yuvalarından fırlatacak kadar şaşırdıkları “halkın kararlılığı” oldu.

Onlar Taksim’in izbe sokaklarının duvarlarına “Zulüm 1453’te başladı” yazarken, Erdoğan milyonları Fatih‘in İstanbul’u fethetmek için otağını ve ilk mescidini kurduğu Kazlıçeşme’de topluyordu.

Terörle, vandallıkla, halkı korkutamadıklarını görünce kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp kaçtılar. Ta ki, 15 Temmuz’da tankların içinde gizlenerek geri gelene kadar. Fakat o gün fistanlarını da giymeye fırsat bulamadılar. Donlarıyla meydanda kaldılar.

Tüm bunlara rağmen, bu darbe tehdidi gerçektir. Neden mi? İttifakları sayesinde, Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli bir terör devleti zuhur etmiştir. Devletin Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi sayesinde merkezi bir otoriteye ve operasyonlarda sürate kavuşması; SİHA’larla terörün belini kırarken, devasa sağlık yatırımlarıyla salgından güçlenerek çıkması bunları deliye döndürmüş durumda.

Depremi, salgını, her felaketi ellerini ovuşturup hasretle bekliyor, hüsranla uyanıyorlar. Bu tehditleri aslında çaresizliklerinin ispatı. Bel bağladıkları teröristler, başlarını kaldıramıyor. İplerini tutan ülkeler, Türkiye’nin yardımına muhtaç..