“El-Kaide” örgütü ile “İslam Devleti Örgütü” (DAEŞ/IŞİD) arasındaki farkı idrak etmek, bize bir sonraki aşama için önemli ipuçları verir. Esasen cihatçı hareketlerin rolünü kavramak, Devlet Örgütü lehine ya da aleyhine gelişecek bölünmeler ve türeyecek yeni gruplar hakkında bize önemli bilgiler verecektir.
Esasında cihatçı örgütlerin yıkılması vakıa itibarıyla söz konusu değildir. Hakikatte belirli coğrafi ve siyasi olayların dayattığı aşamalar vardır ve bu örgütler bir aşamadan öbür aşamaya geçerler. İşte bu açıdan baktığımızda, Devlet Örgütü’nün gelecekteki rolünün ufukta belirmeye başladığını görebiliriz.
Belirli bir merkeze, belirgin hedeflere, çerçevesi belli kalkınma planlarına sahip olmamak gibi özellikleri dikkate alındığında Devlet Örgütü’nün sonraki aşamasında tek bir meseleye yoğunlaşacağını görebiliyoruz: Güvenliği tehdit ederek kaos ortamını yaygınlaştırmak!
“El-Kaide” örgütü ile “İslam Devleti Örgütü”nün müşterek yanı her ikisinin de “kesintisiz savaş” nazariyesinden doğmuş olmalarıdır. “Açık savaş” stratejisini benimseyen bu her iki örgüt sivilleri de hedef alır ve hedef ülkelerin tüm alanlarını savaşın/cephenin bir parçası kabul eder. Tamamen siyasi menfaatlere dayanan bu savaş teorisi kesinlikle dinî temellere dayanmamaktadır.
İki örgüt arasında farklılaşan boyut “imaret” (emirlik, yönetim, iktidar) kavramına yaklaşım tarzıdır. El-Kaide örgütü arzuladığı İslami Yönetim için coğrafi sınırları şart koşmaz. Yani, bu manada toprağa kutsiyet atfetmez. Devlet Örgütü’ne göre ise devlet ancak bir coğrafi alanda vücut (varlık) bulabilir. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak; el-Kaide örgütü “istikrar” kavramıyla çelişen ve sürekli yer değiştiren bir anlayışa sahiptir.
El-Kaide’nin aksine Devlet Örgütü hilafet ilan etmiş, arzuladığı devlet için coğrafi sınırlar belirlemiştir. Aslında bu tutumu, hilafeti ilan etmesinin ve Bağdadi’yi halife olarak kabul edip ona biat etmeye çağırma fikrinin doğal bir sonucudur.
Çoğu insanların farkında olmadığı husus şudur ki; Bağdadi’ye biat etmek demek bütün bir insanlığa savaş açmak demektir. Çünkü ona biat etmek onun bütün yaptıklarını ve emirlerini kabul etmek anlamına gelmektedir. Oysa, bu biatin özü irdelendiğinde kesinlikle dinî değil siyasi bir biat olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, İslam şeriatinde -bir parça araziye hükmediyor diye- hiç kimseye mutlak ve umumi biat ile tâbi olunmaz.
Sonraki aşamada DAEŞ’in Irak ve Suriye’den ayrılması söz konusu değildir. Sadece Rakka ve Musul gibi büyük kentlerden ayrılacaktır. Bu da örgüte yeni bir askerî manevra alanı kazandırmış olacaktır. Zira DAEŞ, devlet yönetiminde(!) en çok zorlandığı ‘sivil halk’ yükünden kurtulmuş olacaktır. Nitekim kendisiyle birlikte silah taşımayan bu kesim sürekli bir meçhul olarak önünde duracaktır. Ayrıca, savaşın çölün ortasına çekilmesi stratejisi daha önce uygulanmamış bir adım olup Devlet Örgütü ile savaşan ülkelerin kendi bölgelerindeki güvenliğini tehdit eden bir sürpriz olacaktır. DAEŞ bu durumu fırsat bilerek ve istismar ederek peş peşe düzenleyeceği intihar saldırılarıyla bölgenin güvenliğini tehdit etmeye devam edecektir. Özellikle, savaş ortamında büyümüş ve savaşın acı kültüründen başka bir şey bilmeyen yüzlerce genci olan DAEŞ için bu hiç de zor olmayacaktır.
Devlet örgütü, savaş meydanında aldığı yarayı medya faaliyetleriyle kapatmak için atılım yapacaktır. Ancak bununla birlikte el-Kaide’nin açık savaş stratejisini de yeniden benimseyerek her yerde ve her zaman eylemler gerçekleştirecektir. DAEŞ’in Avrupa’da ve diğer bazı yerlerde gerçekleştirdiği askerî operasyonlar bu yeni yaklaşımının sonuçlarıdır.
Devlet Örgütü’nün yerleşim yerleriyle irtibatı kesik boş alanlara yönelme fikrini benimsediği açıkça görülmektedir. DAEŞ, güvenlik güçlerinin takibinden kaçabilmek için bundan böyle hiçbir iletişim ağının bulunmadığı çöllere yönelecektir.
Bu günümüz ve yarınımız için karşı karşıya kaldığımız en büyük meydan okuma işte budur!
Çeviri: Fethi Güngör