Başlığın orijinal halini pek çok okur bilir. “El fitnetü eşeddü minel katli”. Yani fitne birini öldürmekten daha ağırdır, kötüdür. Bakaranın 191. İlahi hitabı, bir mevize olup doktriner ayetlerden biridir.

Haydi gelin “Fitne nedir?” sorusu hakkında biraz etimolojik biraz da semantik lojistikle bir arayışa çıkalım.

Rivayet odur ki Büyük İskender denizlerde eşkıyalık  yaptığı için yakalanan bir korsana, bu kötülüğü neden yaptığını sorar. Mütevazi korsanın cevabı, bir davranışın suç olarak tanımlanmasında nitelik ve nicelik farkının onun hakikatini değiştirmeyeceğini hatırlatır.

Der ki: Ya sen niçin tüm dünyayı zapt ediyorsun? Ben bunu küçük bir gemiyle yapıyorum ve bana haydut deniyor. Bunu büyük bir filoyla yapan sana ise imparator…

Bu parantez şimdilik dursun.

Kuran’ da büyük suçlar arasında zikredilen -ki Kuran’a göre kebâirin sayısı iki haneyi geçmezken daha sonraları bu sayı, yüze kadar çıkmıştır- fitneyi müfessirlerin ve ekser İslam alimlerinin çoğu, şirk olarak tanımlamıştır. Âlâ…

Peki yukarıda zikrettiğimiz İskender hikayesinde şirk var mıdır?

El-cevap: Evet bilâ şüphe vardır.

Fitne adını verdiğimiz olgu evvela kavramsal düzeyde yapılır. Kelimelerin  anlamsal içerikleri, tahrif ya da tebdil edilerek. Elde ettikleri güce tapanların ilk yaptığı tahrifat budur. Ahlaki alanın sac ayaklarını oluşturan terimlerin  etimolojik ve semantik bağlarını yok etmek, içeriklerini manipüle etmek ve bu şekilde hakkı batıla, batılı hakka dönüştürmek…

Bu ademoğlunun fitneye yol açan ilk taşkınlığıdır. Taşkınlık yani sınır ihlali diyoruz zira halel getirilen hatta tecavüz edilen epistemik coğrafya Allah’ın coğrafyasıdır. İnsan evvela Tanrının insana öğreterek emanet ettiği nosyonların aksiyolojik delaletlerini erozyona uğratarak haddi aşmıştır. Böylece iyilik bulanıklaşmış, kötülük ise mutasyonlar geçirerek kılıktan kılığa girer olmuştur. İnsanlık adına tek teselli ise gaflet ya da kasten yapılması arasındaki farktır. Hz. Ali’nin dediği gibi:

 “Hakkı talep edip yanılan, batılı talep edip isabet eden gibi değildir.”

Müslümanların günah hiyerarşisinin en tepesinde bulunan bir davranış tipi/kodu olan şirki, bir putun önünde eğilmek, ona saygı duymak, ondan medet ummak, onu doğrudan ilah saymak ya da yegane ilah kabul edilen Allah’a aracı kılmak, aslında bulunmayan bir takım nitelikleri ona atfetmek şeklinde anlamak fazlasıyla eksiktir, kusurludur. Bugün içi boşaltılan temel ıstılahlarımızdan biri de şirktir.

Allah ve O’nun dostlarından gayrısını dostlar edinmenin, onun düşmanlarıyla stratejik ve ama sahici dostluklar kurmanın şirk semantiğindeki yeri nedir?

Kuran’daki çeşitli ayetlerde (Enfal-39; Bakara-193) savaş nedeni olarak da zikredilen fitne; insanların Hakka ulaşacakları yolların kesilmesi ve hakikatin bilgisine ulaşmalarının engellenmesi şeklinde de tarif edilir. Haddizatında mübin olan el-Kitabın tanımlamasına bakınca, fitne kavramının hayli geniş bir anlamsal derinliğe ve zenginliğe sahip olduğunu fark ediyoruz.

Bu ayetlerden biri de Maide 71. ayettir:

“Yaptıklarının bir fitne olmayacağını sandılar ve böylece kör ve sağır kesildiler.” İnsan “ontolojik söz”ü  tahrif ederek önce kendini sonra da başkalarını kandırmaya başlar. Yalanı önce kendimize söyleriz çünkü ikna etmemiz gereken bir benliğimiz vardır.

Bugünlerde, uzak ve/ama yakın çevremizde olup biten ya da bir türlü bitmeyenleri, bu perspektiften okumaya ne dersiniz?

Baki selam…