Ne gariptir ki dünyanın en kadim ve nüfusu en yüksek, sınırları dahi bulunmayan bir “çıkarlar imparatorluğu” var… Bu imparatorluk sürekli olarak kendine yeni üyeler ekliyor ve bunu yaparken de pek fazla zorlanmıyor…

Çıkarlar imparatorluğu ne yazık ki AK Parti’den de yeni üyeler koparmayı başarmış durumda…

“İnsanın eğitimi arttıkça çıkarlarını yönetme formasyonu da artar” gerçeğini bir kez daha canlı örnekleriyle tecrübe ediyoruz…

Yaşanan duygu nasıl yansıtılmış olursa olsun, gelinen noktada bunların hepsi, gayeye ulaşmada, çıkara giden süreci yönetmede kullanılan formasyonun birer ürünüymüş meğer…

Çıkarınızı iyi bir formasyonla gizleyemediğinizde “çiğ” olmakla itham edilmek vardır neticede… Ondan kurtulabilmek için tutunulacak en güzel yol “insan sevgisi” kabuğuyla sarınmaktır…

AK Parti ile yollarını ayıranların olamadığı kadar açık bir yürekle durduğu yeri tarif eden Romain Rolland şunları ifade ediyor: “Ben insan sevgisine duygusallıktan ya da ideallerden dolayı değil, soğukkanlı ve ekonomik nedenlerden dolayı tutunuyorum, çünkü bunu, mevcut dürtü donanımızda ve çevre koşullarımızda ayakta kalabilmemiz için en az teknik kadar vaz geçilmez buluyorum…”

Evet, bugün AK Parti ile yol ayırımına gelenlere dair tablonun daha berraklaştığı doğrudur… Fakat bu yol ayırımının, bugüne dair olmadığını da hepimiz çok iyi biliyoruz…

Yolunu ayıranlar kendilerince çok iyi kamufle olduklarını düşünebilirler. Fakat bu saklanmanın, kendi zihinlerindeki varsaymanın ötesinde olmadığı da çok açık, çünkü biz bu saklandığı düşünüleni, bütün çıplaklığı ile gördük ve söyledik…

Hatta “Bir tökezlenme bekliyorlar ve bunun için de pusu halindeler” ifadeleriyle anlatmaya çalıştığımız bu hal bugün kendini o noktada hissetmeye başlamıştır… “Türkiye’nin yeni bir hal ile hallenmeye ihtiyacı var” diyenlerin itirafı yeni olsa da düşüncesi asla yeni değildir…

Elbette şartlarını taşıyan ve kendisine güvenen herkesin “yeni bir hal ile hallenmeye” ihtiyacı vardır. Bunda bir beis de yoktur… Fakat buradaki sorun şudur: Kalben koptuğunuz bir hareketin içinde kalarak bir zemin kollamak…

Yine, artık kendinizi ait hissetmediğiniz bir partinin içinde kalarak ve onun tabanına, “onlardan biriymiş gibi” seslenerek tefrikanızı pekiştirmek…

Sayın Gül, yaklaşık bir yıl önceki genel seçimlerde, kendisi ile ilgili değerlendirmelerin bir vehimden ibaret olmadığı gösterdi…

Şimdi de Sayın Davutoğlu ve Babacan aynı şeyi yaptı… Şahsen Sayın Davutoğlu’nun siyasetle ilgili defteri kapatmadığını, yaptığı son konuşmasındaki satır aralarından çok iyi yakalamıştım…

Niyetini çok sağlam bir formasyonla gizlediğini düşünse de, insana dair yüzde yüz ötülemeyenler sebebiyle kendini ele vermişti…

Beden dili ve içgüdüler, insanın mantığıyla yönettiğini zannettiklerinden çok daha güçlüdür çünkü…

Çıkarlar imparatorluğu, özünde bir gönüllüler imparatorluğudur… Maalesef hilkatten bu tarafa yıkılmadan ayakta kalabilmesi de buna bağlıdır…

Hatta modernite, sekülerleşme ve konformizm ile giderek daha da güçlenme eğilimindedir…

En sıkı “dava” arkadaşlarından bile parça koparan bu imparatorluğu, sadece samimiyet ve kanaatkârlık çökertebilir…

Tarihsel örnekler de buna işaret ediyor… Ne zaman ki çıkar imparatorluğu zayıflamıştır, o vakit Müslümanların gerçek imparatorlukları güçlenmiştir; Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ispata kâfidir…