Gayeye ulaşmak için hiçbir erdemi dikkate almayan hatta “her yol mubahtır” diyen bir seküler imparatorluk ortaya çıkarmıştır… Bu imparatorluk hiç kuşku yok ki dünyanın her yerinde tesir gösterme kudretine de erişmiştir… Ve bu tesirden ötürü Müslüman toplumlar da çok ciddi bir erozyon faturası ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir…

Bir seküleri ya da onun kurduğu bir paradigmayı teşhis edebilmenin en doğru yolu çıkarlarının izini sürebilmektir…

Bizim romantik şarkılarımızdaki sevginin en net ifadesine dair, “gözler yalan söylemez”i de çağrıştıran bu ifade, mevcut haliyle romantik bir vurguyu temsil etmese de, asla göz ardı edilemez bir gerçekliğe işaret ediyor…

Bir önceki yazımda, “Çıkarlar İmparatorluğu” undan bahsetmiştim… İşte bu imparatorluğun üyelerinin çıkarları dün neredeydi, bugün nerede? Eğer bu izi iyi sürebilirsek hem bugünü anlamlandırmada hem de yarına dair olayların yönünü hissetmede çok önemli avantajlar sağlayabiliriz…

Evet, şunu da çok iyi biliyoruz ki modern dönemin ünlü iktisatçıları “çıkar”ı bir “terbiye” aracı olarak görmüşlerdir. “Birinden bir çıkarın varsa onunla iyi geçin” mealinde…

James Steuart çıkarı: “Despotluğun akılsızlığına karşı en etkili dizgin” olarak yorumlarken; John Maynard Keynes ise: “İnsanın kendisiyle aynı durumdaki yurttaşlarına zorbalık etmesindense kendi banka hesabına zorbalık etmesi yeğdir” şeklinde yorumluyor…

İlk bakışta kulağa ve zihne hoş gelen bu ifadeler, derinlemesine ve Müslümanca bir bakışın eşliğinde bir teraziye vurulduğunda, gerçek zeminini buluyor…

İnsanın tutkularını dizginlemesine fırsat veren hiçbir kutsalının olmadığı bir durum ortadaymış gibi insanlığa sunulan bu yeni “dizginleme aracı” maalesef paraya giden her yolu “mubah” saymanın da bir aracı haline gelmiştir…

Toplumsal dayanışmanın, çatışmasızlığın garantisi gibi sunulan çıkar, açıktan çatışmalara dönük belirli bir fayda sağlıyor gibi görünse de, sosyometrikmatriksteki çatışmaları daha da derinleştirmiştir… Bu yönüyle de açıktan gözlenen ve yönetilmiş hatta sahte bütün itme ve çekmelerin asıl kaynağını etkilemiştir…

Gayeye ulaşmak için hiçbir erdemi dikkate almayan hatta “her yol mubahtır” diyen bir seküler imparatorluk ortaya çıkarmıştır…

Bu imparatorluk hiç kuşku yok ki dünyanın her yerinde tesir gösterme kudretine de erişmiştir… Ve bu tesirden ötürü Müslüman toplumlar da çok ciddi bir erozyon faturası ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir…

Oysa İslâm’ın sermayeye ve onun piyasadaki dolaşımına dönük son derece önemli hükümleri vardır… Bu hükümler insan onurunu koruyan, adaleti gözeten, despotizmi yasaklayan erdemlerle bezelidir…

Müslüman toplumlardaki temel sapmaların izini de işte bu sermeyenin hareket tarzından sürebiliriz… Dünyada temelde üç şey akış halindedir; insan, madde ve sermaye…

Oluşan bütün sistemlerin ya da yapıların temel dinamiğini de buradan hareketle anlayabilir ve tanımlayabiliriz…

İfade ettiğim üç temel akış unsurunun akışı ve sonra da konumlanma biçimi çok önemlidir… Bu akış hangi değerler çerçevesinde gerçekleşiyorsa oluşan şeyde ona aittir…

İslâm’a, Hıristiyanlığa, Komünizme, Liberalizme ya da her ne ise…

Öyle sanıyorum ki nefse hoş geldiği için Müslüman coğrafyada da seküler eğilimler kendine zemin buldu/buluyor… Bu yer bulmaları kendi inanç terazimizle nasıl tartacağımız bellidir…

İşte bu yüzden biz de kardeşi ile ilgili niyetleri bozulanlarımızı teşhis ederken, bize ait olmayan bir ölçüyü, “Çıkarlar yalan söylemez”i kullanmak zorundayız; maalesef…

Şehadetleriyle her anlamı yerli yerine oturtan 15 Temmuz şehitlerimizi ve elbette tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle, şükranla yâd ediyorum; Rabbimden gazilerimize de hayırlı ve bereketli bir ömür niyaz ediyorum…