İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde casusluk suçlamasıyla yargılanan İzmir’deki Protestan cemaatine ait Diriliş Kilisesi’nin ABD’li Papazı Andrew Craig Brunson, 25 Temmuz 2018 tarihinde ev hapsine alındı. Müteakiben başta ABD Başkanı D. Trump olmak üzere önemli üst düzey devlet yetkilileri söz konusu papazın tahliye edilmesi ve ABD’ye gönderilmesi için Türkiye’ye siyasi mesajlar göndermeye başladı. Nihayetinde ABD Hazine Bakanlığı iki bakanımız hakkında yaptırım kararı aldığını duyurdu. Buna göre İçişleri Bakanımız Süleyman SOYLU ve Adalet Bakanımız A.Hamit GÜL’ün ABD’deki mal varlıklarının dondurulacağı, ABD’ye girişlerinin yasaklanacağı, bu iki bakanımızla ticari ilişkisi olan şirketlere yaptırım uygulanacağı ifade edildi.

Aslında olayın iki yönü var. Birincisi olayın görünen yüzü. İkincisi olayın arka planındaki büyük resim. Önce görünen yüzüne bakalım. Trinity Evangelical Divinity School’dan mezun olmuş, güçlü Evangelist bağları olan papaz Brunson’un aynı zamanda kadrolu üst düzey istihbarat ajanı olduğuna dair önemli bilgiler basında yer aldı. Ayrıca FETÖ projesinin mimarı Graham Fuller’le de bağlantıları olduğu biliniyor. Yani ABD istihbaratı için oldukça önemli biri ve yaklaşık 25 yıldır Türkiye’de papaz görüntüsü altında yaşıyor. ABD yönetimi bu karanlık papazın yargılama süreci bitmeden ABD’ye gönderilmesini istiyor. Çünkü bu casus papazın konuşmasından ve daha da önemlisi önümüzdeki dönemde bölgedeki ABD istihbaratının yapmayı planladığı operasyonlarının alt yapısını deşifre etmesinden korkuluyor. Zira FBI’da çok önemli görevlerde bulunmuş olan Sibel Edmond’un yaptığı açıklamalardan ABD istihbaratının bu konuda derin endişe duyduğu anlaşılıyor. Bu konuda söylenmesi gereken diğer bir husus da bu yaptırımları Evangelistlerin kendi adamlarını koruma isteğine karşı ABD yönetiminin verdiği kasım ayındaki seçimlere yönelik bir mesaj olarak okumak da yanlış olmayacaktır. Bakınız 14 ay önce ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğundaki Metin Topuz isimli şahıs 3 Ekim 2018 tarihinde casusluk ve FETÖ bağlantıları olduğu gerekçesiyle tutuklandığında da benzer bir kriz yaşandı. ABD tarafından vize kısıtlaması getirildi. Ancak bir iki hafta içinde politik çabalar sonuç verdi ve sorun aşıldı. O zaman vize kısıtlamasına karşı vize kısıtlaması ile ABD yönetimine cevap verilmişti.

Bugün ABD tarafından çıkarılan bu suni casus krizinin diğer bir yönü de çelişkilerle dolu olmasıdır. Casus papaz üzerinden siyasi mesajlar verilirken yaptırım kararı alan ABD Hazine bakanlığı. Yani söylem ve eylem uyuşmazlığı olduğunu görüyoruz. Diğer bir husus ise bizim iki bakanımızın ABD’de mal varlığı yok. Ayrıca bizim bakanlarımızın ABD’ye gitmeye ihtiyaçları da yok. O zaman neye yaptırım uygulanacak diye sormak lazım. Yaptırım uygulanabilecek bir zemin yoksa bu sözde yaptırım kararları nedir? İçi boş, içeriği olmayan yaptırımlarla ABD neyi amaçlıyor? Kısaca psiko-sosyal algı operasyonu. Sözde yaptırımlarla Türkiye ekonomisi üzerinden siyasal bir baskı oluşturulmaya çalışılıyor. Metin Topuz olayında da dolar suni olarak yükseltilmişti, şimdi de aynı şeyleri yaşıyoruz.

Gelelim arka plandaki büyük resme. ABD’nin Çin’e yönelik küresel mücadelesinde Türkiye çok önemli bir köşe taşıdır. Son iki yıldır askeri seçenekle sonuç alamayacağını anlayan ABD, enerji ve ekonomik mücadele üzerinden sonuç almayı umduğu yeni bir stratejiyi hayata geçirmeye çalışıyor. Özellikle körfez bölgesindeki yeni oluşumların ve yeni hamlelerin sebebi bu. Devasa ekonomik ve etkili teknolojik güce sahip Çin’in en zayıf yönü enerji. Enerjisini temin etmede en önemli aktör de İran. Ancak Türkiye bildiğiniz gibi İran’a yönelik yaptırımlara uymayacağını deklere etti. Bakınız birinci ve ikinci körfez savaşlarında yani Irak’ın ABD tarafından işgali döneminde Türkiye’nin ekonomik kaybı yaklaşık 100 milyar dolardır. Türkiye aynı kayba tekrar uğramak istemiyor. Kendi milli çıkarları doğrultusunda davranıyor. Ayrıca BRICS’e olan ilgisi ve güçlü ekonomik bağlar oluşturma gayretleri de var Türkiye’nin. Bu durum önümüzdeki yakın dönemde çok önemli gelişmelere sebep olacak gibi görünüyor. Zira IMF ve Dünya Bankasına alternatif uluslararası kuruluşların alternatifleri oluşturulmak üzere. Ve tabii ki S-400 füzelerinin alınması konusu da var. Belki de bunlar kadar önemli bir diğer husus da İdilip-Kandil hattında kurulan güvenlik kuşağının adım adım tesis edilmesi. Türkiye hem yurt içinde PKK’yı bitirdi hem de sınırlarının hemen güneyinki terör yuvaları ile kendi sınırları arasına mesafe koymayı büyük ölçüde başardı. Dışarıdan bakıldığında kontrol edilemeyen ve milli çıkarları doğrultusunda davranabilen yani çoğunlukla öngörülemeyen bir ülke artık Türkiye. Türkiye eski Türkiye olmadığı gibi artık ABD’de eski güçlü ABD değil. Çok ciddi küresel rakipleri var ABD’nin.

Sonuç olarak Türkiye’nin bağımsız ülke refleksi göstermesi, siyasal irade ve istikrar sahibi bölgedeki en güçlü ülke olması ve gücünü milli ve yerli teknolojisi ile her geçen gün daha da arttırması ABD’yi rahatsız ediyor. ABD’nin Türkiye’ye yönelik şu anki politikasını “Kaybetmeden Dizayn Etme” şeklinde özetleyebiliriz. Bu casus papaz krizi de aşılır ancak ABD içindeki derin yapıların yeni kriz arayışı içinde olacaklarını da gözden kaçırmamak lazım. Ama Türkiye’yi eski müstemleke sistemlerinin bir parçası olarak görmeye devam edenler çok yanılıyorlar. Türkiye Batının Ortadoğu’ya açılan en önemli ve en güvenli kapısıdır. Bunu kimse küçümseyemez. Ve ayrıca başta İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman SOYLU ile Adalet Bakanımız Sayın Abdulhamit Gül olmak üzere bütün bakanlarımızla gurur duyuyoruz. Şu an dünyadaki pek çok ülke “keşke bizimde ABD’de malı mülkü olmayan bakanlarımız olsaydı” diye iç geçiriyorlardır. İşte iki Örnek Vatan Evladı. 280 milyon nüfuslu ABD’de D. Trump’ın bile arkasında bu iki bakanımızın sahip olduğu sosyolojik ve politik desteğin olup olmadığını kendime sormadan edemiyorum.