Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ramazan-ı şerif arifesinde camilere gönderdiği Cuma hutbesi son derece önemli insani mesajlar içeriyordu. Bu hutbede, ülkedeki mültecilere nasıl muamele edilmesi gerektiğine ilişkin tavsiyeleri sıralanıyordu. Özellikle de, tarihte eşi görülmemiş bir trajedi yaşayan Suriye’nin acının her çeşidini tadan mültecilerine yönelik tavsiyeler…

Diyanet’in bu tavsiyeleri Türkiye genelinde insanların kalbinde çok hızlı bir yankı buldu. Zaten bu soylu Türkiye insanı günlük azığının bir kısmını hayır kurumları kanalıyla mültecilere ulaştırmakta. Biz Araplar, bağışçılarla hayır kurumları arasında kurulan bu güven ilişkisini gördüğümüzde utanıyoruz. Zira böyle bir güveni biz kendi ülkelerimizde tesis edemedik.

Evden okula, sokaktan mahalleye, hattâ kültür fuarlarına varana kadar Türkiye’de şahit olduğumuz enteresan sahneler bizi ziyadesiyle duygulandırıyor. Zira insanlar mültecilere kitap bile bağışlıyorlar…

Yüksek seciyeli bu saygın toplum, büyük devletler ve büyük toplumlar liginde olmayı çoktan hak etmiştir. Ancak, tekil bir mülteci olarak devlet dairelerinde bürokrasinin engellemeleriyle karşılaşıp sıkıntıya düşebiliyorsun. Mesela ben çoğu kez kendi kendime şu soruyu sormuşumdur:

Devlet dairelerinde çalışan görevliler neden Türkiye genelindeki hayır kurumlarında olduğu gibi insanlarla güzel ilişkiler geliştirmeyi öğrenemiyor? Oysa, görev alanı ve çerçevesi açısından onların çok daha merhametli, dikkatli ve insaniyetli olması gerekmez mi? Gel gör ki, basit bir evrak işinde bile bürokratik engelleri aşmak kolay olmuyor.

Bürokrasi mültecilerin hem yer değiştirmelerine hem de iş görmelerine baskın şekilde müdâhil oluyor. Bu alandaki problemler listesi çok uzun olduğu için burada sıralayamayacağım. Bürokrasi ile karşılaştığında, kendini bir kısmı gönüllü bir kısmı da gönülsüz olarak işi yokuşa süren ve kanunları gerçek hedeflerinin tam zıddına işleten bir memur ordusuyla kuşatılmış hissediyorsun. İşte o zaman gönüllü kuruluşlarda karşılaştığın insan ilişkileri ile çok daha geniş bir manevra alanına sahip olan devlet kurumlarında karşılaştığın ilişkiler arasındaki büyük farkı derinden hissediyorsun.

Mültecilerin hayatına ilişkin yeni mevzuatın ruhuna aykırı uygulamalarla karşılaşmak işten bile değil. Hattâ, Suriyeli mültecilerin devlet kurumlarından büsbütün soğuması ve irtibatını kesmesi amacıyla olumsuz tavırlar serdeden bazı memurlar bile mevcut. Görevlerini kötüye kullanarak insanları devlet kurumlarından soğutuyorlar. Böylece, mültecilerin durumlarını iyileştirmeyi hedefleyen kanun ve yönetmeliklerin tamamı mültecilerin bu kanun ve kurumlardan soğuyup uzaklaşmasına hizmet eder duruma gelmektedir!

Bu örneklerden de anlaşılabileceği gibi kurumlarda çok sayıda derin devlet uzantısı bulunmaktadır. Bir kısmıyla bizzat karşılaştığımız bu insanların şahsi ve keyfî beyanlarıyla kanunlarla nasıl oynadıklarını da gördük. Kayıtlarda kasıtlı yanlışlar yapıyorlar. Şöyle bir ikilem doğuyor: Kayıtları silbaştan yeniden yapmak da büyük bir zaman ve enerji ister. O halde, mülteci meselesinde doğru bir strateji geliştirebilmek için gönüllü kuruluşların ve Diyanet İşleri’nin rol üstlenmesi gerekiyor. Böylesi bir model, çoğu devlet kurumundan daha verimli bir netice doğuracaktır. Nitekim, bu kuruluşlarda Arapça bilen eleman sayısı da devlet kurumlarına kıyasla çok daha fazladır.

Türkiye, büyük tüneller, duble yollar ve uzun köprüler inşa etmeyi başarmış bir devlettir. Bugün artık, devlet kurumlarında açılan tünellere girip oralarda birikmiş olan derin devlet kalıntılarını temizlemenin vaktidir. Gün, devletler, kurumlar, halklar ve kalpler arasında köprüler kurma ve yollar açma günüdür.

Çeviri: Fethi Güngör