Gerek şahsi tecrübelerim gerekse çeşitli zamanlarda bir araya geldiğimiz genç arkadaşlarımdan işittiklerim Türkiye’de akademik hayata ilişkin bir yazıyı zaruri kıldı. Sanırım üniversiteler hâlâ bıraktığım gibi. En son doktora düzeyindeki birkaç arkadaşımın içinde bulundukları durumu görünce içerledim. Benzeri sorunlar başından geçmiş bir kimse olarak bu meselelerin dillendirilmesini oldukça önemsiyorum çünkü. Arkadaşlarımın başına gelen hikâyeler birbirinden pek de farklı değil. Otuzlu yaşlarına merdiven dayamış arkadaşlarım doktora tezlerinde yeni bir şey ifade edememekten şikâyetçi. Düşünebiliyor musunuz, doktora seviyesine kadar geleceksiniz ve tezinizde yeni bir tespit, yeni bir analiz yapamayacaksınız! Sebep? “Hocalar öyle buyurdu”
Yahu bırakın insanlar üretsin. Bırakın yeni şeyler söylesinler. Sizin ‘kaynak?’ diye sorduğunuz şeylerin birçoğu Batılı birkaç adamın kafasına göre söyleyiverdiği şeyler. Hatta bazıları iddialarının rüyalardan, hayallerden ibaret olduğunu bile açık açık ifade ediyor. Sizin referans sormayı saplantı haline getirmenize ‘akademik obsesyon’ denir.
Özellikle sosyal bilimlerde ufuk açıcı olmak gerekirken neden doktora tezi yırttırıyorsunuz! Yazık değil mi verilen emeklere!
Türkiye’nin en önemli İslam tarihçilerinden İhsan Süreyya Sırma Hoca da kendi gençliğinde durumun aynı olduğu söylemişti bir seferinde. Ne yani böyle gelmiş böyle gider mi diyeceğiz!
Bu nedir Allah aşkına!
Sorunların hangi birinden bahsedelim. Mesleki yeterlilikten ziyade hocaların insafı mucibince, bazen notla tehdit edilerek yetiştirilen genç dimağlardan mı? Üniversiteleri babalarının çiftliği gibi kullanan, maaşlarını, alacakları yeni arabalarını, derslerinden fazla düşünen akademisyenlerden mi? Siyasete girmek için elinde malzeme olsun diye akademik kariyer yapan şark kurnazlarından mı? En yüksek akademik nokta olan profesörlüğü aldıktan sonra uzmanlık alanını tahkim etmek yerine dekanlık için, rektörlük için kırk takla atanları mı sayalım? Akademik kimliğe sahip olanların başka yerlerde ilim tahsil etmiş kimseleri hafife almalarını mı? Belki de en önemlisi herkese ve her şeye rağmen hakikati haykırmak yerine sistemin istediği şeyleri dillendirme ürkekliğinde olanlardan mı söz edelim?
Evet, cepheden yazdığımı kabul ediyorum. Buna mukabil, yüksek öğretimin çok da iç açıcı olmadığını söylemek zorundayım. İlk ve orta öğretimden başlayarak ‘üretmeme’ üzerine kurulu anlayışın yüksek öğretimde de hüküm sürdüğü apaçık ortada değil mi?
Tüm bunları ifade ederken gerçekten ciddi emek veren, işi gücü ilim olmuş insanları tenzih ediyorum elbette. Sayıları az da olsa üretmek için canhıraş çabalar veren akademisyenlerimiz yok değil. Ama söylediğim gibi sayıları oldukça az maalesef.
İlmin namusunu ayağa düşürmeyin. Emeğe hürmet edin. Yoksa ehl-i ilim değil emekli memur olursunuz vesselam.