Bundan iki yıl kadar önce bir konferansa davet edilmiştim. Davet yapan kuruluş çok sempatik bulduğum, hayırlı faaliyetleriyle bildiğim bir kuruluş idi. Bu genç arkadaşlarla daha önceki senelerde de çeşitli vesilelerle birlikte olmuş ve bazı işlerinin ucundan tutarak katkı sağlamaya çalışmıştım. Konferansın konsepti ve konusunu söyleyince ise kibarca reddetmek istedim. Bu reddin gerekçesi gayet basit; üzerinde yoğunlaştığım, derinleşme gayreti içine girdiğim bir alan değildi konuşma yapmamı istedikleri konu. Yani o meselede benden çok daha birikimli, ihtisaslaşmış insanlar dururken benim gidip konuşmam yakışık almazdı. Her neyse…
Mezkûr program daveti üzerine yaptığımız telefon görüşmelerinde genç arkadaşların ısrarlı talepleri karşısında onları ikna etmek için, kamuoyuna mal olmuş gazeteci ve yazar unvanıyla tanınan bir ismi kastederek; “Her şeyden anlayana… derler ve ben de o adam olmak istemiyorum” demiştim. Sonrasında kastettiğim o abiye de durumu ilettim, helallik aldım.
Şakayla karışık ifade etmeye çalıştığım şey aslında bu memleketin bir gerçeği. Zira içinde bulunduğumuz bu zamanlarda bazıları her şeyden anlıyor ya da öyle gözüküyor. Eski zamanların, ömürlerini rahle önünde tüketmiş, mürekkep yalamış hezarfenlerinden bahsetmiyoruz. Modern eğitimin tornasından geçerken kendisini dünyanın merkezinde bulan, bizim gibi cehl-i mürekkep sahibi insanlar bunlar. Fakat hiç hicap etmeden dış politik yorumlar yapabiliyorlar mesela, koca ulemayı hoyratça eleştirebiliyorlar. Şiirden de bu arkadaşlar anlıyor estetikten de. Fikir de bu arkadaşların malı, sanata da bunlar istikamet veriyor. Konuşurken gözler kısık, jestler, mimikler tahmin edeceğiniz gibi oldukça samimi(?!), eh iki de aforizma aşk ettin mi patlasın sosyal medya kopsun alkış tufanı..
Bu arkadaşlar her şeyi bilmenin(?!) her şeyden anlamanın yükü, ağırlığı altında nasıl yaşayabiliyor diye biraz yakından bakıyoruz ki maşallah. Abilerin keyifleri yerinde. Neden mi? Söyleyeyim; çünkü itiraf etmeliyiz ki bu arkadaşlar neyi bilmediklerini dahi bilmiyorlar. Yoksa ‘Elimde hıyarım var’ diyene tuzlukla koşmazlardı herhalde.
Vasat olmak asla yetmez abilere mesela. Daima bir yarış içindedirler. Kardeş olmak değildir esas olan; onlar kendi aralarında rakiptirler. Birbirlerini de beğenmezler. Makul olmak -makul pozu vermekten bahsetmiyorum- hiç onlara göre değildir. Basının her alanında caka satmak, doğrucu Davut’u oynamak, eylemlerde boy göstermek, ha bir de muhalif olduklar meselelerde yazdıkları sloganları ezberletene kadar tekrar etmek bu arkadaşların en iyi bildikleri şeydir. Bu arkadaşlar çakarlar. Hem de afilli çakarlar. Hem zaten ucuz iş yapmak yakışmaz forslarına. Çakılacaksa en iyi yine bunlar yaparlar o işi.
Allahım makuliyet…
Ciddiyet ya Rabbi…