Salgınla mücadeleyi nihayete erdirecek aşı nihayet ülkemizde uygulanmaya başlandı. Bir günde yaklaşık 300 bin kişiyi aşılayarak, pek çok Avrupa ülkesinden daha hızlı bir performans gösterdik. Bu hem sağlık kurumlarımızın yaygın ve sistemin güçlü olduğunu, hem de lojistik konusunda artık ciddi anlamda profesyonelleştiğimizi gösteriyor. Fakat müzmin bir hastalığın pençesine düşmüş gibi hareket eden muhalefet için bunların hiçbir anlamı yok.
Elbette iktidarın eksikliğini, hatalarını görmek ve düzelmesi için kamuoyu oluşturmak muhalefetin birinci vazifesidir. Doğru olan da budur.
Lakin aşı gelmeden önce “aşının menşei ve muhtemel zararları” üzerinden tezvirat yapanların; geldikten sonra “yeteri kadar” mevcut olmadığını iddia etmeleri nasıl bir çelişkidir? Sürekli olarak muhalif olmayı “huysuzluk yapan” çocuklukla karıştırırlarsa ortaya böyle bir sonuç çıkıyor.
DERTLERİNİN DEVASI YOK
İlk aşıyı Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu üyelerinin vurulduğunu görünce, “neden ilk önce Erdoğan aşı olmadı” diye soran Şirin Payzın‘dan; Cumhurbaşkanımız “halka güven vermek için” kameralar önünde aşı olduğunda “Neden sırasını beklemiyor?” diyen kifayetsiz muhteris Yeneroğlu’na kadar çeşit çeşit türleri var bu takımın.
Ak parti seçmeninin oyu ve Cumhurbaşkanı’nın takdiri ile milletvekili olmuş ve hala parlamentoda bu sayede görev yapan Mustafa Yeneroğlu‘nun bu ilk saçmalaması değil şüphesiz. Ancak, Babacan’ın parti tabelalı dernekçiğine kapağı attıktan sonra sürekli yaptığı “FETÖ’cüleri mağdur gösterme” faaliyetlerinden daha absürt olduğu kesin.
Muhalefet partileri “her musibeti iktidardan bilmek ve her güzelliğe kulp bulmak” gibi tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış olabilirler. Hatta siyaset yapmayı böyle bir şey de sanıyor olabilirler. Bunun ülkeye hiçbir faydası olmadığı gibi, kendi ikballerine de bir katkısı olmayacağını acı bir tecrübe ile anlayacaklar. Zaten bu kör ihtirasları şimdiden bir bumerang gibi dönüp kendilerini vurmaya başladı.
İyi Parti’yi MHP’yi ülkücü ideallerden uzaklaşmak ve yönetimi parti içi demokrasiyi boğmakla itham ederek ayrılan dört kişi kurmuştu: Meral Akşener, Yusuf Halaçoğlu, Koray Aydın ve Ümit Özdağ. Henüz dört yıl dolmadan bu kişilerden birisi tasfiye, diğeri ihraç edildi. Daha muhalefette iken bir arada duramayanların, nasıl güçlü bir iktidar perspektifi olabilir?
Gerçi tüm bu çelişkiler yumağını izah etmekte son derece mahirler. Milliyetçiliği ülkeye sığınan garibanlara düşmanlık etmek olarak görenler, terör örgütünün siyasi uzantısıyla birlikte Anayasa yazdıkları gerçeğini bile pişkinlikle geçiştirebildiler. Daha ne yapsınlar?
CAN’IN BATTANİYESİNDE YER VAR MI?
Fakat haklarını teslim edelim. Öyle bir takım var ki, Amerikan battaniyeli Can Dündar bile ellerine su dökemez. Bunlar, son yirmi yıllarını iktidara yakın medyada geçirip palazlanan, lakin doyum noktasına ulaşmadan gözden düşenler. Çirkeflikte son derece Karar’lılar.
Ülkeyi kendi stratejik derinliğinde boğan Hocalarının çapını çok iyi biliyorlar. Onun için gerçekte ümitlerini ona değil, Erdoğan düşmanlığına bağlamış durumdalar. Sonuçta HDP ve CHP’de bu tip İslamcı eskilerinden vitrinlik kadar da olsa, “başarılı” örnekler var.
Dozu ne kadar artırırlarsa, karşı mahallede o kadar prim yaptıklarını çok iyi öğrendiler. Fakat unutmasınlar bu “kontenjan” karşıda oldukça sınırlı. Bu yüzden performanslarını arttırmaları lazım.