Bilindiği üzere İstanbul'un işgali, Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros ateşkes antlaşmasının ardından gerçekleşmiştir. Osmanlı başkenti İstanbul, önce 13 Kasım 1918, sonra 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edilmiş, ele geçirme nihayet son İtilaf birliklerinin 4 Ekim 1923'te şehri terk etmesinin ardından, Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birliklerinin 6 Ekim 1923'te tören eşliğinde şehre girmesiyle sona ermiştir.

1919-1924 tarihleri arasında Birleşik Krallık dışişleri bakanı olarak görev yapan Lord Curzon hatıralarında İstanbul’un işgalini neden sonlandırmak zorunda kaldıklarını anlatır. Daha önce Hindistan genel valisi olarak da görev yapan Curzon’a göre, İstanbul’un işgalinin devam etmesi hâlinde Hindistan’daki Müslümanların isyanları artacağı gibi İngiliz mallarına dönük boykotlar sebebiyle Birleşik Krallık hem maddi hem de manevi olarak büyük yara alacaktı. Savaş sebebiyle bütçe açığıyla uğraşan İngilizlerin böylesi bir boykotu göze alması mümkün görünmüyordu.

Curzon bu durumdan hatıralarında şöyle bahseder: “Türklerin İstanbul'dan çıkartılması her ne kadar ‘savaştaki yenilgilerinin en önemli kanıtı olarak kaçınılmaz ve arzu edilir’ olsa da pratikte hiçbir Türk İmparatorluğu ve muhtemelen hiçbir Hilafet olmadığı anlaşıldığında, Doğu dünyasındaki Müslümanların hıncını kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüştürebilecek en tehlikeli ve en gereksiz teşvikleri vereceğimize inanıyorum. Eğer çok geç değilse, Anadolu'da herhangi bir bölünme veya manda politikasından vazgeçilmesini ısrarla talep ediyorum. Zaman Türklerden yana ve bunu biliyorlar. Geçen her hafta, her bölgede yeni isyanlar ve boykotlar ortaya çıkarır. Hindistan'da, tüm İslam coğrafyasında, hatta Londra'da… Bunlarla baş edebileceğimizi sanmıyorum”

Aynı tarihlerde Hindistanlı Müslümanların İngiliz yetkilileri bu konularda açıkça uyardığı biliniyor. Müslümanların Hindistan’daki topluluklar içinde direnişe en yatkın grup olması ve Hindulara oranla az olmalarına rağmen örgütlü ve kararlı mücadeleleri İngiliz işgalcileri korkutuyordu. Bu korku I. Dünya Savaşı sonrasında da devam etmiştir. Söz konusu korkuyu ilk kez pompalayan ise Panislamizm’i genel siyaseti olarak benimseyen ve iktidarının ikinci döneminde etkili şekilde kullanan Sultan Abdülhamid Han olmuştur. 

Hintli Müslümanların Sultan Abdülhamid’in çağrısıyla İngiliz çıkar bölgesindeki çalışmalarını artırması, İngilizlerin Hindistan genel valisi de olan Lord Curzon’u uzun yıllar uykusuz bırakmıştır. 1899-1905 yıllarında burada görev yapan Curzon’un karşılaştığı grev, boykot ve isyanların hemen hemen hepsinde Müslüman örgütlerin bulunduğunu deneyimlemesi, daha sonraki yıllarda İstanbul’un işgalini sonlandıracak kararın alınmasına vesile olmuştur. Türk ordusu, bu boykot korkusu sayesinde tek bir kurşun bile atmadan İstanbul’a girmiştir.

Gazze’de yaşanan soykırım bize bir kez daha boykotun önemini hatırlattı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu denli geniş ve kapsamlı bir boykot hareketiyle karşı karşıyayız. İslam coğrafyasında başlayan İsrail mallarına dönük boykot gittikçe genişleyerek İsrail’e destek veren Batılı firmaları da içine aldı. Saldırıların ilk günlerinde İsrail’e koşulsuz destek veren ABD’nin, yaşanan boykot sebebiyle kararını yeniden düşünmeye başladığını ve İsrail’e karşı tavır almaya yöneldiğini görüyoruz. Boykot genişledikçe etkisini artırıyor ve Batı dünyası bunun ekonomik bir çöküşe sebebiyet vermesinden endişe ediyor.

Müslüman coğrafyada tüketim bilinci olmaması zalimlerin güç kazanmasının en büyük sebeplerinden biridir. Siyonist İsrail’i destekleyen küresel markaların satış rakamlarına baktığımızda en büyük payın İslam coğrafyasından geldiğini görüyoruz. Bunun en bilinen örneği, sahibi ve kurucusu siyonist Yahudi olan Starbucks firmasıdır. Dünya çapında 33 bin şubesi olan bu siyonist şirketin Türkiye’de 600, İslam coğrafyasında ise yaklaşık 4 bin şubesi bulunmaktadır. İngiltere’nin ardından Avrupa’daki en fazla şube maalesef Türkiye’dedir.

Dünyanın en zengin gıda-içecek firması olan Coca Cola da benzer bir yaklaşımla siyonist İsrail’i yoğun olarak desteklemektedir. Firmanın 40 milyar doları bulan satışının neredeyse yarısı İslam ülkelerinde yapılmaktadır. Türkiye ise bu siyonist firmanın Avrupa ve Orta Doğu’da en fazla satış yaptığı ve en büyük üretim tesislerinin bulunduğu ülkedir. Ülkemizde de şubeleri bulunan Carrefour, McDonald’s, Burger King, KFC gibi firmalar siyonist rejime açıkça destek veren, işgalci İsrail askerlerine ücretsiz gıda temin eden firmalardır.

Avrupalı Müslümanların açtığı https://boycott.thewitness.news/categories/food isimli sitede İsrail’e açık destek veren firmalar hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Her Müslümanın bilinçli tüketim alışkanlığı kazanarak düşmanın maddi kaynaklarına darbe indirmesi insani ve ahlaki bir görevdir. Hiçbir Müslümanın evine bu markaların girmemesi gerekir. Çünkü İslam her eyleminden, her tercihinden dolayı Müslümanı sorumlu tutan kuşatıcı bir dindir. Bize düşen de İslam’ın emirleri gereğince düşmanı zayıflatmak, düşmana buğzetmek ve tüm imkânlarımızla Müslüman kardeşlerimize yardım ve destek sağlamaktır. Bu sebeple de boykotu kararlı şekilde sürdürmemiz hayati bir öneme sahiptir.