Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed’in en büyük tarihi hatası, kendi halkına ders vermek için yabancı güçlere, kendi topraklarını açmak oldu. Böylesi bir hareketin ülkeyi kaosa sürükleyeceği aşikâr olmasına rağmen, Esad dünya kamuoyuna ülkesindeki çatışmanın gelip geçici olduğunu ve meşru hükümetin görevinin başında bulunduğunu duyurdu. Suriye’deki değişim rüzgârlarını sadece dış mihrak söylemleriyle reddetmeye inat etti ve nihayetinde Suriye kaybetti.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da irili ufaklı birçok devlete dayalı kurulan suni düzen, küresel aktörlere biçilmiş bir kaftan olarak takdim edildi. Öyle bir toplumsal ve siyasal düzen inşa edildi ki, üzerinden bir asır geçmesine rağmen, neredeyse, başladığı yerde duruyor. Oluşturulan tüm bu yanlış yapı, maalesef “ilkeli Batı’nın” doğrusuydu.

Yirminci asırda büyük bir imparatorluk kaybeden ve henüz kendisine bir yol tayin edemeyen İngiltere, İkinci Dünya Savaşı neticesinde harabeye dönmüş Avrupa, yirminci yüzyılın ortasında meydana gelen her eylem ve girişimi, Sovyetler Birliği’nin komünizm manevraları olarak peşinen kabul eden ABD, iddia ettikleri barış dolu bir dünyayı kurmayı başaramadılar.

Demokrasi ve komünizm arasında sürdürülen amansız düellonun faturası, her zaman olduğu gibi yine masum milyonlarca insana kesildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ve Soğuk Savaş’ın mimarları, 1990 sonrasında tüm dünyaya zaferlerini duyururken, önemli bir tarihsel yanılgıya da imza attılar. Kendi insanlarına, bir çırpıda geçmişi unutturdular ve tüm tarihsel malzemeyi kendi bakış açılarına uydurdular. Dolaysıyla Avrupa ve ABD’de savaş sonrası entelektüel hayatın temel odak noktası, Batı’yı tehdit eden kötülükler olmaya başladı. Oysa kötülüğün kaynağı Batı’nın dışında ya da uzağında değil bilakis tam göbeğindeydi.

1980-88 yılları arasında Irak ile İran savaşını ve sonrasında gelen ABD müdahalesini hatırlayalım. Şimdi ABD aynı senaryoyu Suriye üzerine yeniden yazmaya hazırlanırken, ABD’nin körebeleri Fransa ve İngiltere ile ABD’nin Ortadoğu’daki Arap kılığına girmiş piyonları, ABD’nin yelkenine rüzgâr olacaklarını çoktan duyurdular.

Büyük bir savaş patlak verir mi? Her şey mümkün. Zira kurulu uluslararası düzen, çatışma kurallarına dayalı köklü bir sistem. Mesela farklı bir açıdan baktığımızda Osmanlı İmparatorluğu’nun, petrolün enerjiye dönüştürüldüğü bir zaman diliminde parçalandığını görürüz. Benzer şekilde günümüzde de Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı söz konusudur ve görüldüğü üzere, tüm küresel güçler Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tüm güçleriyle bölgeye saldırmaktadırlar. Ve her zamanki gibi bölge ülkeleri, geçmişteki ataletleriyle yeniden yüzleşmek durumunda. Eğer Rusya ve ABD çıkar çatışmalarını diplomasiyle çözebilirlerse gerginlik şimdilik ertelenir. Yok, bu olmazsa bir süre daha vekâlet savaşları üzerinden Müslümanları savaştırırlar, ta ki anlaşana kadar.

Türkiye’nin bu dönemeci en sağlıklı şekilde atlatmasını sağlamak, siyasetin boynunun borcudur. Çünkü bölge ülkeleri arasında son yıllarda ülke altyapısına ve insan kaynağına en çok yatırım yapan ülke, Türkiye’dir. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin durum bu kadar açık ve nettir. O nedenle, Türkiye’yi geleceğe taşıyacak bu birikim, yüzyıl önce Çanakkale’de olduğu gibi, emperyalistlerin oyununa ve çıkarına kurban edilmemelidir.

Gerek ABD gerekse de Rusya veyahut diğer Batılı güçlü devletler, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de güçlü ve büyük bir otoritenin ortaya çıkmasına rıza göstermezler. Bu bakış açısı geçmişte de vardı, bugün de var ve gelecekte de var olacaktır. Bu nedenle Ortadoğu’nun sınırları bir türlü kesinlik kazanamıyor. İşte Ortadoğu’daki süregelen belirsizliğin ve istikrarsızlığın ana nedeni budur.