Nevruz’un en özel kutlandığı yer muhtemelen Diyarbakır’dır. Oraya gidemediğim için İstanbul Kazlıçeşme’deki Nevruz kutlamasına iştirak ettim. Saymadım; ama yaklaşık 1 milyon Kürt ile birlikte bitişik nizam, baharı ve barışı kutladık. İş bu yazı, o kutlamaya dair izlenimlerden oluşmaktadır.

Serde gazetecilik olunca pazar sabahı düştüm yollara, amacım silahlara veda çağrılarının yapıldığı Diyarbakır Nevruz kutlamalarından sonra İstanbul Kazlıçeşme’de icra edilecek olan Nevruz şenliğini yerinde izlemekti. Anadolu yakasından Avrupa’ya geçmek için Boğaziçi Köprüsü’ne geldiğimde Nevruz kutlamasına katılmak için yola çıkmış onlarca aracın köprüde arz-ı endam edişine şahitlik ettim. Araçların camlarından sarı, kırmızı, yeşil renkli bayraklar sallanıyor, bazı araçların camında “Newroz piroz be” yazılı afişler var. Düğüne gider gibi hepsi…

Kazlıçeşme’ye vardığımda bir insan selinin orta yerinde buluyorum kendimi. Genç yaşlı, kadın erkek yüzlerce kişi… Başında örme takkesiyle cami cemaatinden Hüseyin amca da gelmiş, rengârenk allı pullu giysileri ile yan komşumuz Leyla teyze de… Kimisi çoluk çocuk maaile düşmüş yollara kimileri yüzlerini renkli poşularla kapayıp arkadaşlarıyla gelmiş kutlamaya. Sık sık sloganlar atılıyor. Aralarından sadece “Biji Serok Apo!” tanıdık geliyor. Diğer söylenenleri hiç anlamıyorum. İçimden “taş atacağınıza, molotof atacağınıza işte böyle slogan atın” diyorum. Çevrede hiç polis yok. Daha doğrusu gereken yerlerde bekleyen polislerin haricinde adım başı konuşlanmış bir kolluk kuvveti yok. Klasik üst aramasının ardından alana dâhil oluyorum.

Aileler alanda yeşillikleri kapmış, piknik pozisyonuna geçilmiş hemen. Sahnenin bulunduğu yere doğru ilerliyorum. Kalabalığı yara yara gidiyorum. Güç bela kürsünün önünde hazırlanmış basına ayrılmış platforma çıkıyorum. “HDP görevli” yazısı olan yelekli gençler, alanda asayişi sağlamakla meşgul. Platforma basın mensubu hariç kimseyi çıkarmıyorlar. Ama saatler ilerleyip de kutlamalar başlayınca platformun üzeri ana baba gününe dönüyor. Adım atacak yer kalmıyor. Kımıldayamıyoruz bile. Görevliler basın haricindekileri indirmek istiyor; ama nafile. Kimse bir santim kımıldamıyor. Derken aralardan birisi kendine has Türkçesi ile “Yav kardeşim, biz Kürtler neden bu kadar barbarız, neden söz dinlemiyoruz!” diyor, herkesin yüzünde bir gülümse…

Sahnede konuşmalar Kürtçe ve Türkçe yapılıyor. Ama ben Kürtçe konuşmalardan hiçbir şey anlamıyorum. Hani diyorum, “Bu Kürtçe, bizim Türkçenin bir lehçesi, şivesi değil miydi?” Demek ki değilmiş. Alanda Nevruz ateşleri yakılıyor, herkes coşkuyla kutluyor baharın gelişini; ama bana o kadar uzak geliyor ki bu ritüeller. “Nevruz benim bayramım değil; ama barış benim, hepimizin bayramı” sözlerini tekrarlıyorum mütemadiyen. Sahneye Selahattin Demirtaş çıktığında alandakilerin coşkusu ikiye katlanıyor. Serok Demirtaş’ın konuşmasını dinleyip alandan ayrılıyorum. Geride bir halkın bahar ve barış kutlaması kalıyor.