İstasyon ile peronu ayıran ‘jetonlu’ eski turnikelerden geçerken, son vagon adeta ufuk çizgisinde kayboluyor. Kalkmaya hazırlanan tren, nefes nefese homurtuyla yolcularını bekliyor. Garda sessiz bir hüzün dolaşıyor. Saçakların altında, ayakuçlarında bavullar buruk bir görüntü ile kalkış saatini sayıyor. Bu arada istasyonda önce uyarı sesi, hemen ardından da mekanik soğuk anons yankılanıyor, ayrılık anını haber veriyor. Tren büyük bir gürültüyle vedaları yükleniyor. Camlarda kavuşmuş eller ayrılıyor, trenin kornası seferi ilan ediyor.
Kim bilir bu yüzdendir demir raylar çabuk paslanıyor. Tonlarca ağırlığı taşısa da gidenlerin gözyaşlarını taşımıyor.
*
Zangır zangır bir tren geçiyor dağ eteklerinden… Yalnızca bir coğrafyadan değil, hayatın da içinden geçiyor. Köydeki çocukların yüreğinde yankılanıyor yalnızlıkları, dönmeyeceğini bildikleri için gidenlerin… Fiyortların, tepelerin, akarsu ve göllerin arasında renkleniyor, uzun sürüyor tren yolculukları. Tren ilerliyor, zaman duruyor adeta… Yol, telaşsız alınıyor cam kenarında… Manzara değişiyor, insanlar değişiyor; ama istikamet değişmiyor; tren daima ileri gidiyor. Hayat gibi… Tren ileri giderken, düşünceler de geri sarılıyor.
Vagonlar doğanın kalbini delerken, ‘yalnızlık’ hissediliyor. Kendi içine bir dönüş, başka bir yolculuk başlıyor. Tren seyahatleri insanı iç sesiyle konuşmaya sevk ediyor. Varlık düşüncesi, İlahi Kudret ve insanın özüne dair, derin muhakeme sürüp gidiyor. Akşamları el ayak çekildiğinde kilometrelerce öteden köydeki sessizliği yırtan trenler, adeta dost selamı gönderiyor, dumanı sıcacık kerpiç yuvaların bacalarına karışıyor.
*
Arabaların ulaşamadığı iklimlerde; biraz da masalsı özgürlüğü hatırlatıyor. Zaman zaman kuşların yoldaşlığında, çoğunlukla dağların misafirperverliğinde hüzün çöküyor, duygusallık geçit töreni yapıyor adeta. Demir köprülerden, dağ yamaçlarındaki sayılı haneleriyle köylerin kenarından aşıyor dünyanın en güzel taşıtı, telgraf direkleri koşuşturuyor vagonlar arasında yol boyu… Dağlar üzerine devriliyor gibi ilerliyor romantik sanayi ürünü tren, paldır küldür balast taşları ve rayları yutarken…
*
Diğer ulaşım alternatiflerine göre, ‘samimiyet’ yüklü duruyor. Tesadüfen bir araya gelmiş seyahat edenleri birbirine ‘yabancı’ da olsa; 4’erli 6’şarlı kompartımanlarda sohbetler ve ikramlar ile “yol akrabalığı” yaşanıyor. Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya doğru şehirler biriktiren seyr-ü sefer mütemadiyen devam ediyor; dertler pay ediliyor, hayaller katık oluyor, vakit namazları istasyonlara bölünüyor, satıcıların sepetinden kasabaların kokuları dökülüyor, doğayla iç içe bir huzur siniyor pencereden rüzgârla birlikte dar koridorlara öte yandan…
*
Tahta ve kontrplaktan üçüncü mevki kompartıman, fakirlik hâlini hatırlatırken; pulmanlarda, geçmiş ile bugün, geçim ile darlık metrelerle ayrılıyor. Sert bakışlı kondüktör, yolcular arasında mukavva biletleri delerken, derinlerden kederli ve yanık bir türkü duyuluyor; üzüntü, korku, düş kırıklığı, umut ve bıkkınlığı söylüyor.
*
Sonunda yaşlı tren, Haydarpaşa’ya ayrılık getiriyor. Öndeki ışıkları, sabahın karanlığını kırarken; homurdanan, tehdit eden bir kütle yaklaşıyor ve büyüyor. Hatıra yüklü acı bir düdük yankılanıyor Boğaz’ın sularında… Zaman mekân algısı değişirken, tüketim kültürü modernite, malum gelişmişliğin kollarında, samimiyet kayboluyor, masumiyet günleri geride kalıyor, yakışıklı oyuncu çekiliyor büyüleyici ve cazibeli sahnesinden… Muhabbet dolu son seferdi bu, Haydarpaşa’da…