Hasan Cemal’in, “Kimse kızmasın kendimi yazdım” isimli bir kitabı yayınlanmıştı yıllar önce. Okumadığım için, kitap anı mı yoksa, otobiyografik bir tür müydü bilmiyorum. Ama ismi ilgimi çekmişti o zamanlar. Hala da çeker.
Kitabı okumasam da, o başlıkla kastını anlamıştım sanırım. Birilerinin kızacağını biliyordu, zira kendini yazmıştı.
Aslında bu iddialı bir durumdur. Hasan Cemal’in böyle bir iddia taşıdığına inanmıyorum. Bir iddiası varsa da, haklı bir iddia olduğunu sanmıyorum.
Bu başlığı, “tehlikeli bulunmayan bir fikir fikir olarak anılmaya değmez” diyen Oscar Wilde atsaydı yerinde olurdu. Ki Oscar Wilde söz konusu olduğunda, asıl tehlike sözleri değil kendisidir. Çünkü fikirlerinde yeteneği, hayatında ise dehası vardır kendisine göre. Hayatına dehasına katarak tehlikeli bir fikir gibi yaşamış ve çokça kızdırmıştır insanları. Konuşarak, yazarak ya da yaşayarak. O fikre omuz verirken insanlar öfkeye vücut vermiştir. İki isim de muhalif isimler. Ve ağırlığınca yaşamış, ağırlığınca da ses getirmiş isimler. Gerçi Oscar Wilde’n neye muhalif olduğunu biliyoruz ama Hasan Cemal neye muhalif daha çözebilmiş değilim.
Eğer kitabının ismi olmasaydı, Hasan Cemal bu yazının kıyısında bile yer almayacaktı. Neden kitabının ismi bu kadar önemli derseniz, bu yazıyla yapacağım şey o başlığın içinde mündemiç de o yüzden. Eğer o atmasaydı belki de ben atardım o başlığı, bu yazıya.
Evet kendimi yazacağım bir muhalifi yazarken. Kendimi parçalara ayırıp karşınızda bütünlemeye çalışacağım.
Peki neden bir muhalifin anatomisi? Böyle bir yazıya ne gerek var?
Bu yazıya gerek var. Çünkü piyasada muhalif olarak geçinen ama arızalı ses çıkarmaktan öteye gidemeyen bir sürü isim var. Ya da muhalif olması gerekirken papağanlıktan öteye gidemeyen ve hakikat eri olmanın namusunu kaybetmiş bir sürü şarlatan var. Üzerine alınan olacak mı derseniz? Hiç sanmıyorum. O zaman neden yazıyorsun derseniz? Doğruyu insanlar için ama onların hatrına yazmazsınız. Doğruyu yaşamanın kavgasını verir ve kelimeleriniz elveriyorsa, bu kavgayı bir de kelamla ortaya koyarsınız. Doğru teklifsizdir. Her yer ve zamanda söylenmesi zaruridir. Bazılarının aklına geleceği üzere “her doğru her yerde söylenmez” sözü söylediğimi yalanlamaz. Bana göre her doğrunun her yerde söylenmesinin önündeki tek engel üsluptur. Ve çağımız üslup cinayetlerinin savaş alanı gibi. Elimizdeki doğruyu bile dilimizdeki yanlışlar yüzünden kaybediyoruz. Hakikatten hurafeye gidilmezken biz bunu bile başarmanın kıvancını, neyi başardığımızın(ve büyük başarısızlığımızın) farkında olmadan yaşıyoruz biteviye.
Bu üslupsuzluk yüzünden, hakikate muhatapken insanlarla onu buluşturamıyoruz. Bilgiye sahipken onunla ne yapacağımızı bilemiyoruz? Ki, insanı vezir eden de rezil eden de üslup değil midir? Sözü kese savaşı ya da kestire başı yapan üslup değil midir? Muhalifi hakikatin aşığı yapan ya da hurafenin bel kemiğine dönüştüren üslup değil midir?
Bütün bu cümlelerden yola çıkarak ben neyim? Bir muhalif mi? Yanlışa doğru adına muhalefet eden ve bunu üslubunca yapan bir kalem savaşçısı mı?
Böyle bir iddiam yok elbet. (Ya da var ama bu kadar uzun boylu değil) Ama böyle bir derdim var. Ve bu derttir ki bana bu yazıyı yazdıran. Çünkü esaslı münekkitleriniz, sağlam duruşlu muhalifleriniz yoksa fikirleriniz ilerlemez. Fikirleriniz yüce bir medeniyet olarak varlık bulmaz. Zihni orgazmdan öteye geçmeyen fikir savaşlarının ortasında kendi içine kapanma haliyle yaşar ve sonunuzun gelmesini beklersiniz.
Bir şeye muhalif olmak onun her şeyine muhalif olmak anlamına gelmediği gibi, bir şeye taraf olmak onun her şeyine taraf olunduğu anlamına da gelmez. Bunu en baştan kabul etmek gerek. Bunu kabul etmeyen kişi muhalif olmanın yanından bile geçemez. Çoğu muhalifin hatası buradadır. Tabi çoğu tarafgirin de. Tarafgirin burda ne işi var deseniz! Taraf olmanın da bir ahlakı(muhalif) vardır zira.
“Taraf olmamak var olmamaktır” Cemil Meriç’e göre. Ve “objektiflik namussuzluktur” der başka bir yerde. Taraf olmak da, iç ahlakı gereği muhalif olmayı gerektirir. Hem de taraf olduğu şeye. Eğer bir saplanma halini yaşamıyorsa, eğer taassubun kollarında mışıl mışıl uyumuyorsa en sevdiği şeye bile, sevdiği şeyde çirkin olan her şeye muhalif olur, olmalıdır. Bu bağlamda en veciz söz belki de, Albert Camus’a aittir. Bir denemesinde Camus, “Eğer sevdiğimiz şeyde doğru olmayanı açığa vurmak sevmek değilse, eğer sevdiğimiz şeyin düşüncemizin en güzel imgesine uymasını istemek sevmek değilse, “ SEVMİYORDUM ” der. Bir düşünün! Sevmediği şeye muhalif olmaktan bahsetmiyor burada. Bilakis sevdiği şeye. Neden? Onu daha çok sevmek için. Güzel olmayan şeylerden onu arındırmak için. Billurlaşmak adına, düşüncesinin en güzel imgesine onu kanatlandırmak adına muhalefet ediyor sevdiği şeye(ya da sevdiğine). Ve ekliyor. Bunu yapmak sevmek değilse, “ Sevmiyordum” diyor. Devamını da ben getireyim. “ Sevmeyeceğim” de. Çünkü “sevmek zenginleşmektir, çoğalmaktır”. İnanmak gibidir ve yaşadıkça büyütür insanı. Sevmek de inanmak da taraf olmaktır. Taraf olmak ama kendini kaybetmemektir. Kendini var etmektir. Taraf olan ama taraf olduğunda yanlış olana muhalefet edemeyen aslında taraf da değildir ve en çok taraf olduğu şeye zarar verir.
Tarafgirin durumu böyleyken muhalifin durumu nasıldır?
Esasen taraf veya muhalif olmak ahlakla ilgilidir. En fazla kaçırılan nokta da budur. Çünkü ahlakı kaçırdığınız an ne taraf olmanızın ne de muhalif olmanızın ehemmiyeti kalmaz. Yukarıda muhalif geçinip arızalı ses çıkarmaktan öteye gitmeyen diye bahsettiğim kişilerin temel sorunu da budur.
Muhalif olmak sonsuz güzelliğin peşinde olmaktır bir nevi. Güzellikten bıkmamak ve hep daha fazlasını istemek. En iyi resmi, en iyi kelimeyi, en iyi hikayeyi bulmaya çalışmak. Mükemmel güzelliğe ulaşamayacak olsa da, onun yoluna revan olmak. Güzelde var olan kusura tahammül edemez muhalif. Ne duruşu ne de yaratılışı buna müsaade etmez. O yüzden devamlı eleştirir. Ama derdi eleştirmek değildir. Yani muhalif olmak için muhalif değildir o. Daha güzeli bulmak için muhaliftir. Bütüncül bakarak baktığı için bir fikirde, ideolojide ya da kıyafette ahengi bozan şeyler hemen gözüne çarpar ve onu yok etmeye girişir muhalif. Bunu yaparken yıkar çoklukla. Derdi yapmaktır ama yıkar. Halbuki sonsuz güzelliğin peşinde olmak yıkmadan yapmayı gerektirir. Bu yüzden yıkanlar muhalif değildir.
Muhalif olmak duruş sahibi olmaktır. Öyle bir duruş ki, dünyanın dengesi onlar sayesindedir. Nerde bir haksızlık, nerde bir yanlış varsa, onlar itiraz olarak ordadır. Din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep ya da meşrep fark etmeksizin hakkın savunucusu olarak ordadırlar. Korkmazlar mı hiç? Korkarlar. Ama yine de susmazlar. Türlü türlü konuşurlar. Bağırmak değildir dertleri. Sorunu ortaya çıkarıp parmak basmak da. Dertleri çözüm üretmektir, varsa parçası olmak. Bunu meşru olduğu sürece her yolla yapabilirler. Zaten temel değerleri meşru olmaktır. Gayri meşru yolların hiçbiri yoktur seçeneklerinde.
Hülasa..
Ben bu yazının neresinde miyim?
Üniversitedeyken lakaplarımdan biri ‘Bay muhalif’ti. Topu topu yerim bu kadar.
Baki selamlar…