8 Ağustos Aliya İzzetbegoviç’in doğum günüydü.

Herkes gönlünden gelen bir vasıfla mutena bir yere koyar Aliya İzzetbegoviç’i. Olumlu anlamda hemen her vasfın kendisine çok yakıştığı bir kişiliktir Aliya.

Kendisine atfedilen onca güzel nitelemeye ilave olarak “Bir Kutup Yıldızı” demek yanlış olmaz; en zifiri karanlık zamanlarda daima yol göstermeyi Allah’ın izniyle kıyamete dek sürdürecek olan bir kutup yıldızı. Yazdıklarıyla, söyledikleriyle ve yaşantısıyla ihtiyacı olan hemen herkese yol göstermeye devam edecek.

Bilge insan Aliya’yı bilmek, tanımak ve öğrenmek yeni nesiller için de artık çok büyük bir gereklilik.

Avrupa’nın tam göbeğinde 20. yüzyılın sonunda bir toplumun, Müslüman bir topluluğun soykırıma tabi tutularak, sözde medeni batının bile isteye göz yumması ile tamamen ortadan kaldırılmasını engellen büyük bir lider.

Ülkemizde Yugoslavya’nın daha parçalanmadığı dönemde yazdığı eserlerle tanınan, okundukça hayran olunan bir kişilik, büyük bir mütefekkirdi.

1940’lı yıllarda henüz 21 yaşında tanıştığı Medrese-i Yusufiye onu çok genç yaşlarda olgunlaştırdı. Aksiyon adamlığını daha da pekiştirdi.

Sırpların hunharca soykırım girişimleri büyük bir askeri lider Aliya’nın sahneye çıkmasına sebep oldu. Onca acı, kan ve gözyaşından sonra bağımsızlık sürecinde bilge devlet başkanı Aliya vardı.

Bu kadar çok yönlü mümtaz şahsiyetler tarih sahnesinde ender yer alır. Nadide bir kişilik olan Aliya’yı anlamak için öncelikle fikriyatını ve davasını anlamak gerek. Dahası gelecek nesle aktarmak, olmazsa olmaz görevlerimizin başında gelmeli.

1980 yılında yayınlanan “Doğu ve Batı Arasında İslâm” adlı eseri hala dünyada pek çok dilde en çok başvurulan eserler arasında yar alır. 19 Ekim 2003’te aramızdan ayrılmasına rağmen fikirleri ve eserleri ile herkese bir şeyler öğretmeye devam ediyor.

İslam coğrafyasının yanı sıra özgürlük mücadelesi veren diğer coğrafyalara da örnek olmaya ve ilham vermeye; Mütevazılığı da vefatından sonra vasiyeti ile Saraybosna’daki Kovaçi Şehitliği’ndeki kabrinde devam ediyor. Şu an dahi onun adını duymak, onu az çok bilen Müslümanların yüzlerinde tebessüm, yüreklerinde sürur oluşturmaya yetiyor da artıyor bile.

O, halkının ve kendisinin çektiği acıların bir imtihan olduğunun bilinciyle hem mücadele etmiş hem de Allah’a bunun için şükretmiştir. Çektiği onca çile ve acıya rağmen yalnızca Müslümanlara değil insanlığa hizmet edebilmenin sancısını da çekmiş ve bunu her fırsatta ifade etmiştir.

Zulüm görmeyi bahane ederek “ruhsat”ların arkasına asla sığınmamış, savunduğu tüm ilkeleri hayatı boyunca harfiyen tatbik edebilmiştir.

Bencil-küstah ve yozlaşmış Avrupa’nın tam ortasında ülkesi Bosna-Hersek gibi bir kardelen misali her şeye inat doğdu, yaşama mücadelesi verdi ve var oldu. Mütefekkirliği ile de bundan sonra da var olmaya devam edecek.

Son söz yine ondan olsun: “Aşırı okuma bizi daha zeki kılmaz. Bazı insanlar kitapları basitçe yutarlar. Onlar bunu yaparken ‘sindirmek’, okunanı işlemek, hazmetmek gibi ‘anlam’ için gerekli olan zorunlu düşünce fasılalarına riayet etmezler. Bir arının poleni bala dönüştürmesinin dâhili çalışma ve zaman gerektirmesi gibi okuma da şahsi bir katkı gerektirir.”

Adını her duyduğumda veya aklıma düştüğünde yüreğimde tarifsiz duygular uyandıran Aliya İzzetbegoviç’i rahmetle anıyor, mekânının cennet olmasını diliyorum.