ABD Başkanı Ronald Reagan, Şubat 1982 tarihinde yaptığı bir konuşmada; “ABD’nin Ortadoğu’daki tek müttefiki İsrail’dir” ifadesini kullanmıştır. Başkana göre, İsrail’in güçlü askeri varlığı, demokratik yönetimi, Amerika dostu İran Şah’ının devrilmesi gibi gelişmeler, İsrail’in bölgede öneminin artmasına neden olmuştur. Değişen jeopolitik hesaplardan hareket eden ABD’ye göre, İsrail herhangi bir Sovyet tehdidi durumunda Akdeniz’in savunulmasında aktif bir rol oynama kapasitesine sahiptir.

Bu anlayışın ABD yönetiminde güç kazanmasıyla birlikte, zaman içerisinde, ABD’nin Ortadoğu politikası dengeli olmaktan hızla uzaklaşmış ve İsrail’in hukuk dışı yayılmacı eylem ve politikaları, Amerika tarafından frenlenmek yerine meşrulaştırılmaya başlanmıştır. Bu politikayı sorgulamaya cesaret eden ABD Başkanları veya Dışişleri Bakanları ise bu sapmadan dolayı medyanın yoğun tepkisine maruz kalmışlardır.

Ortadoğu’daki huzursuzluğun kaynağı konusunda Avrupa ile ABD arasında devam eden anlaşmazlıklar günümüze kadar ulaşmıştır. ABD’nin resmi çevrelerinin iktidar kanadına göre, Ortadoğu’daki ana tehlike, Rus yayılmacılığı ve buna davetiye çıkaran rejimlerdir. Avrupalılar’a göre ise Ortadoğu’daki karışıklıkların temel nedeni, İsrail kaynaklı sorunlardır. En azından bölge ülkelerinde yapılan araştırmalar tehdidin ve karışıklıkların kaynağını olarak İsrail’in resmi politikalarını işaret etmektedir. Dolayısıyla Avrupalı ülkelerin birçoğu Washington’un öncelikle bu sorunu çözmek için İsrail’e baskı yapmasını talep etmişlerdir.

SSCB’nin dağılması ile birlikte küreselleşme ve refah ekonomilerinin yükselişe geçmesi dünya genelinde savaştan ziyade barışın daha popüler bir hava kazanmasını sağlamıştır. Bu durum insan hakları, demokratikleşme, çokkültürlülük ve antiemperyalizm lehine sonuçların doğmasına yol açmıştır. Böylece iktidarların saldırgan politikaları ve söylemleri hızlı bir şekilde kamuoyu desteğini yitirmiştir. Yaşanılan bu olumlu tablodan, İsrail’in de politikaları etkilenmiştir. Öyle ki İsrail Hükümeti ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında 13 Eylül 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’nın köklerini, dünya genelinde esen bu olumlu havada da aramak gereklidir.

Fakat 11 Eylül 2001 sabahı ABD’de meydana gelen terör saldırıları, dünyanın Soğuk Savaş dönemi sonrasında yakalamış olduğu ahengi darmadağın etmiştir. Ortaya çıkan yeni kırılma, saldırgan siyaset ve söylemlerin yeniden iktidar olmasının önünü açarken, ulusal çıkarların bu defa terör şemsiyesi ya da maskesi altında meşruluk kazanmasına ön vermiştir. Avrupalı devletlerin başlangıçta ABD’nin öncülük ettiği bu politikaya direnç gösterdiği bilinmektedir. Ancak Avrupa’da terör eylemlerinin artması bu direncin büyük ölçüde kırılmasına neden olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, terörizmin soldan, dine kaydırılmasıdır. Daha doğru bir ifadeyle, sol terörizmin yerini, dini terörizm almıştır. ABD’nin başını çektiği uluslararası terörizmle mücadelede, terörizmin tanımı, amacı, hangi örgütlerin terörist olduğu şeklinde birçok hususta ülkeler arasında bir türlü mutabakatın sağlanamaması, ittifaklar arası çatışmalara zemin hazırlamıştır.

Günümüz itibariyle terörizmin ulusal karakterden ziyade uluslararası bir şebekenin parçası olduğu konusunda birçok araştırmacı hemfikirdir. İster etnik ve dinsel, ister sisteme duyulan güvensizlik ve mevcut düzeni yıkma arzusundan ileri gelsin, uluslararası maddi ve manevi destekten yoksun böylesine bir hareketin mevcudiyetini devam ettiremeyeceği herkesin malumudur.

İsrail’in uluslararası terörizmle mücadele bahanesi altında sınırlarını genişletme çabalarını, bölgedeki jeopolitik denkleme göre ayarladığı görülmektedir. İsrail-Mısır-ABD yakınlaşması bu bağlamda önemlidir. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı bir şekilde yürüttüğü yayılmacı siyasetinin ABD yönetiminden destek görmesi, bölgenin gelecekte yeni haritalara hazırlandığının bir ön habercisidir. Bu durumda Türkiye’nin kendi ulusal güvenliği ekseninde hareket etmesi gayet normal bir durumdur. Şimdiye kadar ABD’nin Ortadoğu’da İsrail politikaları çerçevesinde kendisine bir yol haritası belirlemiş olduğu hesaba katılırsa, Türkiye-ABD ilişkilerine yön verecek S-400 ve F-35 silah sistemleri anlaşmazlığının perde arkasında Rusya’dan duyulan endişeden çok İsrail’in kaygılarının belirleyici olma ihtimali yüksektir.