Genç bir doktor bana doğru yaklaştı ve nazikçe selam verdi. “Başkanım, aşağıda bir hastamız var. Yukarıya çıkamıyor. Oy kullanması için getirdik. Aslında hastaneden çıkması çok doğru değil ama çok ısrar edince mecbur kaldık. Nasıl yapalım, yukarı çıkamıyor?” Sandık kurulundan iki üyeyi ve siyasi parti müşahitlerinden iki genci yardım etmeleri için aşağıya gönderiyorum. Birkaç dakika sonra tekerlekli sandalyede oturan, yüzünde hastalığın bitkinliğini ve yılların verdiği yorgunluğun derin izlerini taşıyan yaşlı bir amca sınıfa girdi. Zorlanarak da olsa yüzünde bir tebessüm belirdi. Selam verdi. Seçmen kâğıdı ve kimliği elindeydi. Yerimden hızlıca kalktım, kapının girişinde karşıladım. Kimliğini alıp sandık kurulunun üye memuresine uzattım. Listeden ismini bulduk. Bir koluna doktor bey, diğer koluna ben girdim. Ayakları nerdeyse yerde sürünür bir halde oy verme kabinine götürdük. İçerdeki sıraya dayandı. Biz dışarı çıktık. Oyunu kullandıktan sonra bizi içeri çağırdı. Yine kollarından tutup sandığa kadar getirdik. Elindeki zarfı sandığın boşluğuna bıraktığında zarfla beraber kendisi de uçuyormuş gibi sevindiğini hissettim. Bu defa tebessümden de öte neşe içinde gülüyordu. Bize teşekkür etti, dualar etti, hayırlı çalışmalar diledi ve gitti.
Koridorda bir çığlık duydum. Tedirgin bir vaziyette sesin geldiği yere döndüm. Bir kadın belirdi sınıf kapısının önünde. Yanında kendi boyunda bir erkek çocuk. Annesi olan kadın çocuğa hafiften sarılmış ve ellerini tutmuş. Çocuk bir yandan çığlık atıyor bir yandan da annesinden kurtulmaya çalışıyor. Sınıfta bulunan herkesin dikkati onlara çevriliyor. Anne biraz mahcup oluyor. Arkalarından orta yaşlarında bir adam yanlarına yaklaşıyor. “Tamam oğlum, birazdan bitecek!” diyor. Yanlarına yaklaşıp onları sıranın önüne aldım. Abla ve baba oylarını kullanıp erkek çocuğun yanına gidiyor. Bu kez anne geliyor. Annenin ayrılmasıyla beraber çocuk ortalığı inleten bir çığlık daha atıyor. Anne, dışardan bakanlara göre “şimdisi” olmayan oğlunun “geleceği” için oy vermek üzere kabine giriyor. Oy verme işlemleri bitiyor. Baba, anne, abla ve engelli oğlan sevinç yumağı olmuş bir halde merdivenlere yöneliyor. Yakışıklı bir çığlık daha atıyor. Nemlenen gözlerle onları izleyen bizler, bu çığlığın diğerlerinden farklı olduğunu hissedip tebessümle uğurluyoruz onları.
Sekseninde bir teyze gelmiş arkadaşın sandığına. Koltuk değnekleri ile ancak ayakta durabiliyormuş. Üst kattaki sınıfa bin bir zahmetle çıkıp oyunu kullanmış. Kararına başvurulmanın, görüşüne değer verilmenin mutluluğu ile ayrılmış sınıftan. Lakin inerken merdivenlerden nasıl olmuşsa dengesini kaybetmiş. Merdivenlerden aşağıya yüz üstü kapaklanmış. Allahtan fazla yüksek değilmiş düştüğü yer. Canı acımış ama o bozuntuya vermemiş. Üstünü başını temizlemişler. Koltuk değneklerine yaslanıp ayağa kalkmış ve evin yolunu tutmuş gururla ve ayaklarındaki ağrılarıyla.
Yaşlı, hasta, engelli, garip, biçare, mahzun, kimsesiz yüzbinlerce hatta milyonlarca insan yukarıda anlattığım şartlarda oy verdi geçen hafta. İşlerini bıraktılar, hastalıklarını unuttular, dertlerine kısa bir ara verdiler ve gelip tercihlerini belirttiler. Sandık kurulu unuttu, hata etti ya da kasten basmadı o mührü o zarfa ve oy pusulasına. Hangimiz anlatmaya cesaret edecek oyunun geçersiz sayılacağını yukarıdaki hasta amcaya? Hangi makul gerekçe oyunun geçersiz olduğunu kabul ettirecek o gencin annesine? Kim, neye göre “Boşuna gelmişsin okula” diyebilecek o koltuk değnekli teyzeye?
Bin dokuz yüz bilmem kaç yılının güvenlik tedbiri olan mühür vurma ile önlem alıyormuşuz da başkan ve üyeler unutmuşmuş mühür vurmayı. Damgalı kimlik kartı ile gelip, filigranlı oy pusulasına, kabinde TERCİH mührünü vurup, çift mühürlü filigranlı zarfa koyup, herkesin gözü önünde sandığa atıp, isminin karşısına imzasını attı mı vatandaş? Sandık kurulunun tüm üyeleri şahit oldu mu buna? Sandıklar açıldığında seçmen, zarf, pusula sayısı eşit çıktı mı? Tüm üyeler ve şahitler huzurunda sayıldı ve tutanak altına alındı mı? Herkesin ıslak imzası ile imzalanan sonuç tutanağı cümle âleme iletilmek üzere herkese verildi mi? Polis nezaretinde en az iki sandık kurulu üyesiyle oylar seçim kurulu merkezine götürüldü mü? Evet, Evet, Evet…
Bu milletin evlatları cümle cihana parmak ısırtacak bir katılımla ve özveriyle nasıl yönetilmek istediğine dair bir karar verdi. Aralarında baştan anlaşmışlardı. Mızıkçılık yapmak olmayacaktı. “Ne çıkarsa bahtımıza eyvallahımız var.” deyip sandığa gittiler. Aksi olsa, sandığa gitmeden fikirlerini söyler ve baştan kabul etmeyeceklerini ya da ettiklerini ilan ederlerdi. Lakin öyle yapmadılar. Çok büyük bir olgunlukla bu işi bitirdiler. Şimdi kalkıp farklı maceralara yelken açmanın, kabul etmiyorum demenin izahı var mı? Varsa itirazlar yapılsın elbette. Yapılsın ki milletin verdiği karar üzerinde bir leke iddiası bile kalmasın…