İhtisasa saygı, ilme ve ilim adamına ihtiram” yani uzmanlığa saygı göstermek ve hak eden bilim adamlarını ön plana çıkarmak bir zamanlar geçmişte medeniyet kurucusu olduğumuz dönemlerin doğru durduğu noktadır. Düğmenin doğru iliklenmeye başladığı yerdir. Astronom Uluğ Bey ve yüzlerce ilim adamını 6000 km. öteden Buhara’dan Semerkant’tan İstanbul’a toplayan; bütün Ortadoğu’nun ilim adamlarını Bağdat’a toplayan akıl takdire şayan bir “ileri görüşlülük” işaretidir. 9-15. yüzyıllar arasında Abbasi, Endülüs, Osmanlı, Timurlular ve Şeybanilerin kendi dönemlerinde emsalleriyle kıyas edilemeyecek hızla ilerleyişinin temelinde sadece ticaret ve ganimet değil, bilim adamlarına verilen değer ile bilgi ve teknoloji üretimi de yatar. Bahsettiğimiz zeminler, bugün hala adları dünya çapında bilinen İbni Haldunları, İbni Sina gibi tıp dehalarını, Uluğ bey gibi astronomları, Ebul İz gibi sibernatik dehalarını üreten verimli zeminlerdir.

İlim (bilim) ve ilim adamına saygı bizim kültür kodlarımızın en temel ayrıcalıklarından iken onu başkalarına kaptırırken hala mirasyedi bir çocuğun hoyratlığı ve sorumsuzluğuyla yok olan kültür mirasımızı, medeniyetimizin taşıyıcı kolonlarının yok olmasını sadece sonuçları üzerinden okuyabiliyor ve bunun yeniden toparlanabilmesi için yapılması gerekenleri de yine reaksiyoner bir akılla tepkilerle korumaya çalışıyoruz.

İlmin ürettiği sonuçları, içinden geçilen süreçler görülemediği için insanlar çoğu kez sonuç cümleleriyle, teorilerle veya somutlaştığında projeler ile ortaya çıktığında görebilir.  Bir fikrin veya projenin tamamlanması mesela beş yıl sürebilir ancak sonuçta ortaya çıkan fikir veya yenilik herkesçe ulaşılabilen, sıradan ve “harc-ı âlem” bir bilgiye dönüşüverir. Bu sebeple, üretilen bilgi veya değerin üreticisi olan ilim adamının (bilim insanının) kıymeti yeterince anlaşılamayabilir.

İkinci olarak içinden geçtiğimiz dijitalleşme süreci alışılagelenin dışında yeni bazı fayda ve zararları bir anda gündeme taşıdı. Esasen bilginin dünya çapında bu derece kolay erişilebilirliği umulmadık riskleri de barındırıyor.

Dijital mecralardan veri ve “bilgi”ye erişimin dijital araçlar üzerinden kolaylaşması, bilginin ve onun üreticisi ve taşıyıcısı olan sahibinin de değerini yitirmesine yol açtı. Çocuklar, ebeveynlerinden veya öğretmenlerinden işittiklerinden daha fazla internet ortamından akan bilgilere açıklar ve değer veriyorlar…

Halbuki dijital araçlar üzerinden erişilebilen kaynak ve veriler bol olsa da, bunların her zaman gerçek anlamda ve sahih bilgi içerdikleri söylenemez. Hele ki felsefi anlamda “hikmet” bu mecralarda aranamaz. Hekimlik, ilahiyat, uluslararası ilişkiler vs. bu kaynaklarla sahih şekilde öğrenilemez.

Çünkü, internet arama motorlarının faydalı bilgiler yanında, yönlendirici ve dezenforme edici veriler çöplüğüne dönüştüğünü peşinen itiraf etmek gerekir. İnternet arama motorları, dünyanın her yerinden yüklenen bilgiyi ağlar üzerinden taşırken içine atılan çöp ve atık malzemeyi de aynı hızla ve çoğu kez denetimsiz bir şekilde evlerin, işyerlerinin ve toplu internet kullanım mekânlarının içine akıtıyor.

Hal böyle olunca, gerçek “ilim adamı”nın değerinin daha da artması gerekirken kapitalist ilişkilerle örülen sosyal ve ekonomik ağlar, bilim adamının sahip olduğu değeri parayla satın alınabilen ve ucuzlayan bir ilişkiler yumağına sürüklüyor. Aslında bu değer kaybının gerçekte hiçbir kazanını yok. Sadece bilim adamı için değil, öğretmenden imama, sanatkârdan buluş sahibi mucitlere kadar istisnasız herkes bu değer kaybından payını alıyor.

Şimdi bu anlattıklarımızı herhangi bir saha, mesela dış politika alanı üzerinden okumaya çalışalım:

Bahsettiğimiz tehditler üçüncü dünya ülkeleri için fazlasıyla geçerli. Bu ülkeler, ekonomileri spekülasyon ve manipülasyonlara açık şekilde, “dış politika yapıcıları” olmayan ve dünyadaki haber ağları ve konjonktürün peşinden sürüklenerek politika belirlemeye çalışıyorlar. Çünkü bu ülkelerin yetiştirdiği ve devletlerinin özgün politikalarının üreticisi akademisyenleri olmadığı gibi, sahada bu politikaların yürütücüsü olan özgün diplomatları da yok.

Bu ülkelerde bilginin kaynağı, çoğu kez demode olmuş eski bilgiler veya sömürge zamanlarından kalmış kompleks hissettiren veya manipülasyona açık yönlendirilmiş bilgilerdir. Bunun alternatifi ancak stratejist zekâya sahip, özgün ve analitik düşünebilen bilim adamlarıyla oluşturulabilir. Ve sistemli şekilde devlet tarafından muhatap alınmadığı sürece bu bilim adamlarının ürettiklerinin de değeri olmaz. Bu potansiyeldeki bilim adamlarının kendi ülkelerinin çıkarlarını önceleyen bir duruşa sahip olması ve bilgi çöplüğünden, dezenformasyondan etkilenmeyecek kadar sağlam bir altyapıya da sahip olması öncelikli şarttır.

Yaşadığımız dijital çağda, kendi bilgisini üretip korumayı başarmak başlı başına bir maharettir ve olması gereken de budur. Çin, Rusya, ABD ve artık kısmen Avrupa, bilgiyi üretip depolamada ve her sahada kendine özgü politikalar belirlemede akademisyenlerini yarıştırırlar ve bu ülkelerde akıl almaz bir üretim seferberliği vardır.

Hatta bu işte göreceli olarak daha başarılı olan ABD, kendi bilim adamlarıyla da yetinmez ve herkesin bildiği gibi yabancı ülkelerden bilim adamları transferleriyle kendi çıkarlarına uygun politikaları üretir. Yıllık astronomik ücretler ödenerek en iyi akademisyenler bütün dünyadan toplanır; onlar için laboratuvar imkânları oluşturulur; diğer yandan sosyal bilimler projelerine de ciddi kaynaklar aktarılır.

Önemli kısmı Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Çin’den olan yabancı uyruklu ekonomik ve iş ortamı bakımından rahatlık sağlanır; bürokrasiye boğdurulmaz ve bu kişilerden sonuna kadar yararlanılır.

Ve bilim adamı sadece ekonomik sebeplerle izah edilemeyecek şekilde rahat olduğu ve üretebildiğine inandığı ortama doğru su gibi akar gider…

(Devam edecek…)