Acayip bir asırda yaşıyoruz. Hemen her cemaat veya cemiyet kendi üstadını, hocasını ya da şeyhini “Mehdi” ilan eder duruma geldi. Hâlbuki hocasının, şeyhinin veya üstadının “ayine-i ruhu”nda Kur’an ve hadisi görmesi gerekirken kendilerince “tekellüflü” yorumlar ileri sürerek makam sahibi gösterme gayretine giriyorlar. Çevrelerindeki insanları da buna davet (!) ediyorlar. Peygamber (a.s.m) geldikten ve din kemale erdikten sonra yeni bir davetle ortaya çıkılmaması gerekir. Çıkılsa o davet bidattir.
“BEN SEYYİD DEĞİLİM. MEHDİ SEYYİD OLACAK”
Bazı Risale-i Nur okuyucuları da Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a) mehdi olduğunu iddia etmektedirler. Hâlbuki Bediüzzaman, Muhakemat isimli eserinde “Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkâr ve duhûl ile huruc haram oldukları gibi…” sözüyle bu husustaki inancını ortaya koyduktan sonra Şualar isimli eserinde “Said itiraznamesinde demiş ki: ‘Ben seyyid değilim. Mehdi seyyid olacak.’ diye onları reddetmiş.” ifadesiyle Hazreti Mehdi’nin Al-i Beyt-i Nebevi’den olacağını ilan etmiştir. Zaten Mektubat isimli eserinde de süfyaniyetle mücadele edecek Hazreti Mehdi’nin isminin Peygamberimizin (a.s.m) ismine uygun olacağını, şu cümleleriyle izah etmektedir: “Âl-i Beyt'ten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî…”
Durum böyle olduğu halde, yukarıda belirttiğim gibi, bazı okurlar Muhakemat isimli eserindeki inancının “aksine” Şualar isimli eserindeki itirazının “rağmına” ve Mektubat isimli eserindeki müjdesinin “inadına” hâlâ Bediüzzaman’ın mehdi olduğunu iddia (!) ediyorlar.
BEDİÜZZAMAN’IN HAYATINA BAKIN!
Hâlbuki Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi isimli eserde geçen bir hadiste, Peygamberimiz (a.s.m) “Umum yeryüzüne dört kişi hâkim olmuştur ki, ikisi mü’min ve ikisi kafirdir. İki hâkim mü’min Hz. Zül-karneyn ve Hz. Süleyman (A.S.)’dır. İki hâkim kâfir ise; Nemrud ve Buhtünasr’dır. Ve beşinci olarak ileride benim ehl-i Beytimden birisi (Mehdî) dahi bütün arza hâkim olacaktır.” Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Mektubat isimli eserinde bu hadisi Şerif’ten iktibas ederek Hazreti Mehdi’nin “Hâkim” olmakla birlikte birçok vasfını şu cümleleriyle ifade etmiştir: “…âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.” Hâlbuki hazretin hayatına baktığımızda kendisinin “mahkum” olduğu okuyanlarca malumdur.
Geçtiğimiz günlerde “Risale Haber” isimli, bir internet sitesinden, Bediüzzaman hazretlerinin şöyle bir hatırasının nakledildiğini okudum:
“HASAN BASRİ ÇANTAY HOCAEFENDİ'NİN BEDİÜZZAMAN SÖZLERİ”
“Sene 1963. Bursa İmam Hatip Okulu’nda Ahmet Yayla, Sebahaddin Öztürk ve ben hocayız. Üçümüz de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunlarıyız. Cemal Külahlı diye çok muhterem elektrik mühendisi bir arkadaşımız vardı. Sonradan bakan da (Tarım Bakanı) oldu. Cemal Bey bize İngilizce dersi vermeye geliyordu, fahri olarak. Bursa Milliyetçiler Derneği’nin de başkanıydı. Arabası da vardı. Bir gün bize: “İsmail Bey, Hasan Basri Çantay Hoca Efendi Balıkesir’de, ona gidelim bir ziyaret edelim, İstanbul İmam Hatip’ten sizin de hocanızdır.” dedi. İyi olur dedik ve onun arabasıyla Balıkesir’e gittik. Hasan Basri Hoca Efendinin evini bulduk ve misafiri olduk. Orada uzunca konuşmalar yaptık. Ben konuşmaların hepsini değil de, Bediüzzaman hazretleriyle ilgili kısmını anlatacağım size:
“BAKTIM LAF ANLAMAYACAK”
“Bir akrabam var benim. Ayakkabı tamircisi. Onun karısı benim akrabam olur. Çocukları varmış birkaç tane. Bir gün karısı bana geldi, ağlamaya başladı. Hayrola kızım dedim. ‘Bizim adam bir davaya girdi, elinde kalem kâğıt boyuna yazıyor, evini, çocuklarını ihmal ediyor’ dedi. Sen onu bana gönder dedim. Geldi bizim damat. ‘Oğlum ne yapıyorsun?’ dedim. ‘Çalışıyorum’ dedi. ‘Sen ayakkabıcılığı bırakmışsın, boyna yazıyormuşsun, ne yazıyorsun?’ dedim. ‘Bediüzzaman hazretlerinin eserlerini yazıyorum’ dedi ve Bediüzzaman’ın Mehdi olduğunu, Risale-i Nur okumayanın Kur’anı anlayamayacağını falan söyledi. ‘Oğlum sen biraz mübalağa ediyorsun. Gerçi ben bu zatın bazı kitaplarını okudum, ama hepsini okumadım. Benim de üç cilt tefsirim var, yazdım’ dedim. ‘Öyleyse sen anlamamışsındır’ dedi. Baktım laf anlayacak hali yok, bunu gönderdim.”
“SEN MEHDİ MİSİN? BÖYLE BİR İDDİAN VAR MI?”
“Oturdum bir mektup yazdım Bediüzzaman hazretlerine. ‘Kardeşim, böyle bir hadise oldu. Mehdi olduğunu söylüyormuşsun, iddia ediyormuşsun; senin kitaplarından başka kitapları okumak caiz değilmiş, illa onlar okunacakmış. Sen Mehdi misin? Böyle bir iddian var mı? Eğer böyle bir iddian varsa delilin nedir?’ diye bir mektup yazdım ve postayla mektubu attım.”
“BU MEKTUBU GÖTÜRECEKSİN, HASAN BASRİ KARDEŞİME VERECEKSİN”
“Aradan birkaç zaman geçti, bir adam geldi kapıya. Açtım kapıyı, buyurun dedim. ‘Ben Isparta’dan geliyorum. Beni Üstad Bediüzzaman Hazretleri gönderdi’ dedi ve cebinden bir mektup çıkardı. Üstad Hazretleri demiş ki: ‘Bu mektubu götüreceksin, Hasan Basri kardeşime vereceksin. Eğer bu mektubu postayla atarsan belki kaybolma ihtimali olur. İlla eline geçmesini istiyorum.”
"BEN MEHDİYİM, KİTAPLARIMDAN BAŞKA KİTAP OKUMAYIN, DİYE BİR DAVAM YOKTUR”
“Açtım mektubu, orada aynen diyor ki: ‘Hasan Basri kardeşim, sen beni bilirsin. Ben Allah rızası için Kur’anın hadimiyim. Bir Müslüman olarak benim gayem, davam İslam’ın hükümran olmasıdır. Kur’anın hükümran olmasıdır. İslam Şeriatı’nın hükümran olmasıdır. Benim bunun dışında hiçbir davam yoktur. Ben Allah’ın günahkâr bir kuluyum. (İsmail Hoca ağlıyor) Allah’ın affından başka beni kurtaracak bir şey olduğunu kabul etmiyorum. Elimden geldiği kadar hizmetim bunun üzerinedir. Benim, ben Mehdi’yim, benim kitaplarımdan başka kitap okumayın diye bir davam yoktur.
Senin etraf-ı erbaın geniştir. Allah rızası için benim hakkımda söylenen bu yersiz sözlerin doğru olmadığını, bunların ifrattan ileri geldiğini etrafına lütfen duyur.’ Bediüzzaman hazretlerinden bana gelen mektup budur.”
Hülasa: Bediüzzaman hazretleri; Kur’an’ın “dellalı”, İslamın “hizmetkârı” ve Allah’ın salih bir “kuludur.” Bütün hayatında ihlas-ı etemden zerre kadar taviz vermemiş ve yazdığı Risale-i Nur Külliyatı’yla da Hazreti Mehdi’ye zemin ihzar ettiğini; eserlerinin muhtelif yerlerinde izah ve ilan etmiştir. Mezkûr iddialar, o zat-ı muallanın eserlerini anlamaktan aciz, Kur’an ve hadisten kopuk ve de hizmet adı altında örgütsel faaliyet yapan bazı kimselerin ortaya attığı mesnetsiz iddialardır. Yoksa o zatın asla böyle bir davası ve daveti olmamıştır…
Selam ve dua ile
Fiemanillah