BugünküAmerika’nın dolayısıyla da onun temsil ettiği Batı’nın İsrail politikasının temellerini anlamak için çok farklı perspektiflerden konuya bakmak gerekir.
Aksi hâlde çok sığ analizlerin, bütün hakkında fikir vermeyen anlık ve tek kare fotoğrafların oluşturduğu körlüklerin azizliğine uğrarız.
Hiç kuşku yok ki ABD eğitim sisteminin kodlarına işlenmiş antisemitik anlayışlar, bizim bildiğimizden çok daha fazlasına tekabül ediyor.
Tıpkı Orta Çağ anlayışına mührünü vuran Hristiyan skolastisizmi ya da patristik felsefe gibi bugün ABD’nin devlet aklını eğiten ve yönlendiren de evanjelik-siyonist skolastisizmidir.
Zira Latince schola (okul) kelimesiyle ile ondan türetilen scholasticus (okul felsefesi) aynı kökten gelir.
Pierre Bourdieu, “Bir devletin en büyük gücü okuldur” derken de çok kuvvetli ve derinlerdeki bir etkiye dikkati çekiyordu.
Orta Çağ’ın kilise okullarında okutulan Hristiyan teolojisine dayalı felsefe bir noktadan sonra aklın ve düşüncenin önünü tıkamış ve obskürantizme (karanlıkçılık) dönüşmüştür.
Ruhban sınıfının aklını aşamayan bilim, tam bir donma yaşamış ve fasit daireler çizmeye başlamıştır.
Galileo Galileiişte bu aklın kurbanı olmuş ve onlara gerçeği anlatamamıştır.
Amerika’nın keşfinden sonra kıtaya akan Avrupalıların en büyük gerekçesi de bu körlükten, karanlıkçılıktan, baskıdan ve vergilerden kaçıştı.
Ne garip ve ne yaman bir çelişkidir ki ABD’ye göçenlerin orada kurduğu okullar da bugün bambaşka bir skolostisizm üreterek İsrail ya da siyonizm karşısında körleşmiş görünüyorlar.
ABD’nin evanjelik skolastikleri, ürettikleri imgeleriyle gözüne girmek istedikleri, “büyük öteki”leri olan siyonistlere, tarihte en çok eziyeti yapanlar değil miydi?
Dünyanın en saygını olarak bilinen üniversitelerin rektör, dekan ya da hocalarının İsrail protestoları esnasında nasıl aforoz edilip âdeta lanetlendiğini başka nasıl bir zeminden anlatabiliriz ki?
“ABD okulları nasıl olurda İsrail karşıtı insanlar yetiştirir” korkusu yaşayan siyasilerin durumu, başka hangi kalıplarda dondurulabilirdi?
Süleyman Mabedi’nin inşası ve Armageddon üzerinden kurdukları simbiyotik ilişki dışında tarihsel olarak Yahudilere düşman olan evanjelik Hristiyanlar, tuttukları bu yoldan; acaba İncil yazarı Yuhanna’nın Patmos Adası’nda dünyanın sonuna bakınca kıyamet gününde gördüğünü söylediği, “Parlayan duvarlarızümrütle, gökzümrütle, yakutla, gökyakutla, yeşimle, alaca akikle inşa edilmiş sonsuz kent”e mi ulaşmak istiyorlar?
Eğer hayal bu ise şimdiden söyleyeyim; cennete giden yol asla çocuk katliamından, soykırımdan ve bilumum aşağılıklardan geçmez, geçemez.
Evanjelik skolastisizm, ABD’nin gözünü tıpkı Orta Çağ Hristiyan skolastisizmi gibi kör etmiştir ve bu çok açıktır.
Bu modern çağda, üstelik de kendisini “demokrasinin beşiği(!)” olarak gören bir devletin okullarının ürettiği bu yeni karanlıkçılık, bir rönesansa/aydınlanmaya ihtiyaç duyuyor.
Üretilen teknoloji, böyle bir körlüğün üzerini asla örtemez.
Eğer çok iyi teknolojik ürünler ortaya koymak, büyük ordu imkânlarına sahip olmak ve atom bombası yapmak kastettiğim skolastisizmi bertaraf ediyorsa o zaman Kuzey Korede bu noktada önemli bir aday demektir.
“Bakışın iktidarı seyircinin değil, seyirlik nesnesin elindedir.” gerçeği, imgelerin ve ikonaların iktidarına da işaret ediyor.
ABD ya da İsrail, ürettikleri imgelerle seyircinin bakışını da manipüle ediyorlar.
İkonalarla Orta Çağ Avrupası’nın bakışlarını esir alan patristik okulun ruhu, bugün ne yazık ki ondan kaçan Amerikalıların ardından gitmiş ve orayı da esir almıştır.
Siyasi ve askerî gücün etkisiyle bütün dünya -az ya da çok- bu skolastisizmin şerrinden payına düşeni almaya devam ediyor.
Oysa aklın ve vicdanın aşabildiği bir güçle, daha adil ve özgür bir dünya mümkündür…