Ülkemizin kabartma havasları ve onları kabarttıkça kabartan yerel avamlarımız tedavi edilmesi gereken obsesif bir tavırdan mustarip. Sağ olsunlar kör aydınlıklarında bize ışık saçma derdindeler! Yıllardır uyuduğumuzu ve sürekli kandırıldığımızı söyleyip duruyor zavallılar…
Muazzam bir kibir, müstesna bir teyakkuz. Sözde…
Onlar içinhalk; yontulabilir kanîler silsilesi.
Yığındır uyuyan, millet değil. Millet hisseder, inanır, yaşar. Milleti yoğurmak zordur, zaman alır. Yığının benliğine tecavüz ise çocuk oyuncağı…
Biz; etrafımızı saran ve bizi her daim kollayan idrak ateşinin kıvılcımlarıyız, yığın değil. Avrupa ise yeryüzünün en refah(!) yığını…
Bu cemiyet bunu bilmez. Ne bizim yığından farkımızı idrak eder ne de kendisinin (güya Avrupa’nın) ürkek ve şahsiyetsiz bir yığından ibaret olduğunun bilincindedir. Çünkü soyu, soyu olmasa da ruhu, bu Avrupaî yığının kakofonik bir parçasıdır. Kalabalık bir orkestranın takdim ettiği birbirinden uyumsuz ve kulak tırmalayıcı sesler bütününün silik bir notası mahiyetindedir.
Bu cemiyet hem Avrupa hem Amerika hem de Moskof aşığıdır. Dostoyevski okurlar mesela, lafta. Laftadır onların tecessüsü, çünkü gerçekten okusalar, bilirler ki Dostoyevski, kilise manyağı ve maziye takıntılı bir Sovyet yobazıdır aslında. Onun üzerinden caka satarlar. Dosto, kilise çanını devlet ideasının ruhuna çalarken, onlar kendi inançlarını yırtıp atar.
Onlar için irtica, yalnızca İslam’ın kudretli nefesinin zerreciklerinde vuku bulabilir. Bu yüzden yalnızcaİslam, irticadır onlar için. Yahudi krallığının Hristiyan beylikleri yönetir coğrafya ve ekonomiyi. Onlar laiklik naralarıyla biat eder bu pasaklı düzene.
Zaten bunların dedeleri de böyleydi: Kansız, kimliksiz, modern. Türk Teceddüd Edebiyatı’nın şövalyeleri gibiydiler. Geçmişe reddiyenin cüretkâr ve kendini bilmez muhafızları…
Ayasofya’nın göbeğinde sergilenen Amerikan balesini de alkış ve hayranlıkla seyretmişlerdi zamanında. Evet, ruhumuzu donduran çetin ayazın sert rüzgârlarıydı onlar…
Torunlarını anlatmaktan bıktık. Anlatmamıza da çok gerek yok aslında.
“OHAL’i kaldır, başkanlık ve referandumdan vazgeç, Şanghay’ı unut AB çapasına sarıl, milli mutabakat yönetimini kur, 1$-3TL’nin altına düşer.’’ derken milletvekili, bütün derdini anlatıyor alenice.
Halep, zulmün sesleriyle dizilmiş dev bir kelime. Bunlar, kelimeyi iğrenç cümlelerle boğan alçak zümre. Çocuklar ölüyor bir yanda… Diğer yanda köpekler sevinçle havlıyor:
–Halep teröristten temizleniyor!
Aladağ’da yavrularımız yanıyor, bunlar tarikatlara küfrediyor. Yeter ki terörist olmasın bir cemaat. Terörist olursa, en yobaz sofi oluveriyorlar çünkü. Aman!
Konu nereden siyasete geldi demeyin. Konunun siyasete gelmesinin sebebi konunun aslında siyaset olmaması. Mesele hainlik. Mesele politik cehalet değil, aidiyetsizlik.
Hâsıl-ı kelâm, bilmeleri gereken hiçbir şeyi bilmez, bilmediklerini de kabul etmezler. Onlar için irfan, “ötelerden habersiz nizam”ın cehennemden haberci düzensizliğidir. Azap vaat edici bir kaos nizamına kendilerini hapsetmiş, onları küfür kodesinden kurtaracak hakikat nizamına yüz çevirmişlerdir.
Hâlbuki millet, yığınlara baş eğmez.
Onlar bu gerçeği kabullenemez
Ve böylece yaşar(?) giderler…