Geçen haftaki yazımızda başkanlık sisteminin bugün devleti yöneten siyasi aktörlerin uyumuna ve sükûtuna rağmen ehemm-i mühim oluşundan konuya giriş yapmıştık. Bugün ise mevzunun teolojik kısmına dair açıklamalar yapacağız.

Düşünce mirasımızın kurucu ve taşıyıcıları, yönetici seçiminde belli kriterleri esas almışlardır. Ama genel çerçevede bakıldığında Sünni ulema, ister seçimle ister cebir ile elde edilmiş olsun otoriteye karşı isyankar bir tutumu benimsememiştir. Gözettikleri ilkeler, Müslümanların birliği, toplam fayda ve maslahat şeklinde teşekkül etmiştir.

İslam dininin ana omurgasını teşkil eden Ehl-i Sünnet akidesinin imamet nazariyesi ülkemizde tartışılan başkanlık sistemine katkı sağlayacak yaklaşımları haizdir. Pek çok düşünürün bu husustaki ana önermelerinden biri iktidarın düalist yapısının imkânsızlığına dairdir. Şia geleneği de bu hususta farklı düşünmemektedir. Ancak onlar bu konuyu bir akait nesnesine dönüştürüp ilahi bir hüviyete sokarken Sünni ekolün öncüleri beşeri ve siyasi olduğunda mutabıktır.

Nasıl ki Tanrı şirk kabul etmez, sultan için de ortağının bulunması söz konusu değildir. Burada İslam’ın birinci akidesi olan tevhit esasının siyaset teorisinin teşekkülünde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Tevhit anlayışının gökten yere indiğinde pek çok alanda tesirlerini hatta belirleyiciliğini görmekteyiz. Metafizik anlamda Allah’ın tevhidi/birlenmesi; sosyal alanda müminlerin ümmet kavramı etrafında gerçekleşen vahdetinin, siyasal anlamda ise devlet başkanının biricikliğinin doktrinel düzeyde savunulmasını sağlamıştır.

Evrende nasıl Allah’ın bir eşi, benzeri ve ortağı mevcut değilse, ontolojik düzeyde bu mümkün değilse imamın/devlet başkanının da yeryüzünde aynı ya da benzer yetkilere sahip ve ikiliğe sebebiyet veren bir ortağı, paydaşı olamaz.

İbn Haldun da iktidarın esaslarından birinin gücün tek bir kişide toplanması olduğunu belirtir. O da aynı entelektüel çizginin bir devamı mahiyetinde konuyu çeşitli Kuran ayetlerindeki makro kozmosta birden fazla tanrı bulunamayacağına dair kozmoloji ve temanu delillerine atıfta bulunarak delillendirmeye çalışır.

Aslında devleti kimin yöneteceği meselesi ne itikadi bir mevzudur ne de kelamın alanına girer. Bu konunun teolojinin içerisine girişi Şii geleneğe cevap verme zaruretinden doğmuştur. Bununla birlikte devleti kimin yönettiği konusu toplumu, bireyi, dini vb. insana dair her şeyi de ilgilendirmektedir. Tarih boyunca siyasi otoritenin toplumu ve dini ne şekilde etkilediğini hatta bazı dönemlerde belirlediğini göz önünde bulundurunca konunun önemi belirginleşmektedir. Bu sebepten Sünni geleneği temsil eden mütefekkirler, din işlerinin aksamadan yürümesi, toplumda fitne çıkıp kaosun hakim olmaması, ümmetin birlik ve dirliğinin bozulmaması gibi sebeplerle tek bir siyasi otoritenin gerekliliği hakkında neredeyse icma düzeyinde ittifak etmişlerdir.

Bugüne baktığımızda ise başkanlık sistemini içinde bulunduğumuz siyasi atmosferin sığ bakışından ve kısır politik konjonktürden bağımsız bir şekilde değerlendirmenin daha sağlıklı bir sonuç elde etmede yararlık sağlayacağını düşünüyoruz.

Öte yandan milletin ve ümmetin bekası için önem taşıyan bu hususu, kişiler üzerinden değil de kuramsal düzeyde tartışabilirsek parlamenter sistemdeki çift başlılığı ortadan kaldırabilir ve bugünden yarına olası krizlerin önüne geçebiliriz.

Bu vesileyle önümüzdeki vetirede konu meclisin/milletin önüne geldiğinde en hayırlı sonucun çıkmasını diliyoruz. Baki selam…