Başlığın çok radikal ve kimileri için sinir bozucu bulunacağının farkındayım.  Ülkemizde bir süredir tartışılan bir gündem başkanlık sistemi meselesi ve bizim başlıkta kastettiğimiz zorunluluk, doğrudan ya da birincil değil dolaylı bir zorunluluktur. Ve aslında bu zorunluluğun temelinde teolojik değil sosyolojik nedenler yatar. Ancak dinin genel amaçlarını ve hayatı kuşatıcılığını göz önüne aldığımızda teolojiye uzanan bir semantik kanalı da vardır.

Hiç kuşkusuz mevzu temelde ilahiyatın değil siyasetin konusudur. Tarih boyunca mütefekkirler, devlet erkinin gerekliliği meselesine; maslahat, ümmetin birliği, toplumsal ihtiyaçlar ve fıtratın/dinin korunması gibi çeşitli argümanlarla yaklaşmışlardır. Bununla birlikte Şia dışında herhangi bir gelenek devlet otoritesine dini bir anlam yüklememiştir. Bizim iki kısa makalede açıklamaya çalışacağımız husus ise düşünce geleneğimizde vücub-u imamet (devlet reisinin gerekliliği) başlığı altında tartışılan meseleden ziyade bunun nasıllığı ve içeriğiyle ilgili olacaktır.

Bugünkü iktidarın başkanlık sistemini talep etmesinde dillendirilenden öte gizli bir amacı var mıdır yok mudur bilemem. Demokratik usuller işlediği sürece kimsenin endişe etmemesi gerektiği kanaatindeyim. Öte yandan niyet okumacılığı yapacak kadar kâhinliğim de cahilliğimde yoktur.

Kişisel kanaatim şudur ki ülkemiz için başkanlık sistemi hem kaçınılmaz hem de elzemdir. Koalisyon dönemlerinin ülkeden neler götürdüğüne şehadet edecek kadar görmüş geçirmiş biri olarak istikrarın ve bunu elde etme yollarının kıymetini müdrikiz. Öte yandan bu sistem değişikliği tartışması elan teorik ve sathi bir tartışmadır. Zira Hükümet haşmetleri henüz nasıl bir başkanlık sistemi planladıklarını tam anlamıyla kamuoyuyla paylaşmış değiller. Hal böyle olunca şu anki mülahazalar çok farazi kalmaktadır. Değişimin gerçekleşmesi halinde ülkemiz için koalisyonlar ve buna bağlı sorunların tümü tarih olacaktır. Bu kadar önemli bir meselenin Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamında oturduğu bir zamanda tartışılıyor olması ise tümüyle bir talihsizliktir. Çünkü böylesine hayati bir tartışma tümüyle ‘bir’ isim üzerinden yürütülmekte, politikanın ucuz bir malzemesine dönüşmekte; sağlıklı ve yararlı bir tartışma imkânı kalmamaktadır.

Ülkemizde bugün fiili anlamda benzer yetkilere sahip iki yöneticinin var olduğunu kabul etmek zorundayız. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın aynı partinin mensubu, aynı siyasi geleneğin temsilcisi ve aynı dünya görüşüne sahip insanlar olması nedeniyle bugün bir siyasi kriz yaşanmasa da geçmiş tecrübelerimiz, uyuşmazlık halinde sistemin kendini nasıl tıkadığını ve krizlere gebe bir mahiyet arz ettiğini kanıtladı. Siyasetin asıl gayesini, insana hizmet etmek gibi ulvi bir manaya hamlediyorsak bu amacı sekteye uğratacak her türlü sistemsel kusurdan kurtulmak zorundayız.

‘Halka hizmet; Hakk’a hizmet felsefesini İslami perspektifte uygulayan her siyasetçi ümmetin başının tacıdır. Bu sebepten başkanlık sisteminin kişiler ve partiler üstü tartışılması ve aklıselim ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütün bunlar ve daha fazlası göz önünde bulundurulduğunda geleneksel İslam siyaset teorisi açısından mevcut parlamenter yapının bir açmaz; istişare, seçim (bir anlamda biat), ehliyet ve liyakate dayalı bir başkanlık sisteminin de daha faydalı ve ideal olduğunda kuşku yoktur.

İşin gündelik siyasete dair kısmıyla siyasetçiler eğlenedursun biz konuyu daha mühim bir noktadan ele almaya çalışacağız. Haftaya inşallah…