Bir bahçıvan vardı. Bir hayli de isim yapmıştı. Başkalarının işinde çalışmış ve başarısı belgelenmişti.

Sonra Allah ona bir bahçe verdi. Fidanlar ekti. Onlar büyüdü ve meyve verecek duruma geldi. Ancak o, etrafa rağbet etmeye, başka şeylere heveslenmeye başladı. Böylelikle onları ihmal etti.

Günler geçti, meyveler oldu.

Bahçesine geldi ve baktı. Ama ne yazık ki iyi değildi. Hepsi kurtlanmıştı. Bahçıvan kızdı onlara:

-Nasıl böyle oldunuz siz? Hep kurtlanmışsınız. Yazık size! Bu kadar masraf ettim ben!

Eline geçeni yere atıyordu sinirinden.

Attı, attı, savurdu. Sonra birini daha alıp kızmış ve fırlatacaktı ki meyve dile geldi:

-Sen niye bize kızıyorsun ki?

Şu yanımızdaki bataklığa bir bak.

O ne yaptı bize biliyor musun?

Onca böcek ve kurtçuklarını gönderdi.

Onlar bizi tek tek işledi. Mahvetti.

Ya sen ne yaptın? Gelip güya bir ilaçladın gittin.

Ama bataklığı kurutmadın ki! Yine geldiler, yine yediler ve bu hale getirdiler.

Akıllıysan bundan sonra otur da kendine ağla.

Artık bizden bir şey de bekleme!

Bizi suçlamaya hakkın hiç yok.

Çok baktık sana!

Ne zaman gelip de bu bataklığı kurutacak diye.

Bizi bunlardan kurtarıp bizimle ilgilenecek diye.

Biz istemez miydik şöyle güzel, hoş ve alımlı birer meyve olmayı?

Hakkımızı nerede vereceksin?

***

Bahçıvan durakladı. Düşündü, düşündü ve:

-Ama dedi, siz çok soylu ve kıymetli birer ağaçsınız. Niye sizden bir şey beklemeyeceğim?

-Evet, öyleydi. Ama sen bizi de kuruttun. Bak, kurtlar ağacımızı mahvetti. Kurumaya yüz tuttuk. Bundan sonra ne olur ki bizden? Neslimizi perişan ettin!

Eğer bizi ihmal etmeseydin biz de baba ve dedelerimiz gibi tatlı, sulu ve lezzetli birer meyve olmaya devam edecektik. Sonra da bizim çocuklarımız böyle devam edecekti. Yazık ettin bize! Davacıyız senden!

Bahçıvan oturakaldı. Elindeki meyveyi atamadı. Üzüldü. Anladı yaptığı hatalarını. Evet, yazık etmişti. Bağına, bahçesine, meyvelerine…

Ne anlamı vardı ki iyi bilen meşhur biri olmasının? Ne anlamı vardı şan ve şöhretinin? Kendi değerleri yok olmuştu.

Şimdi ne yapacaktı? Attıklarını toparlasa acaba ne kadar ıslah edebilirdi ki?

Ama yine de öyle yapmalıydı. Ne kadar toparlarsa ve temizlerse kendine kazançtı. Kızıp, bağırıp, atmakla olmazdı. Zararın neresinden dönülürse kârdı.

Pişmanlık içini bürümüştü. Onları toparlamaya çalıştı… Az da olsa işe yarayacaklardı. Ama en azından soylarını korumaya gayret etmeliydi. Öyle de yaptı.

***

KISSADAN HİSSELER VE HİKMETLER

Her aile reisi bir bahçıvan gibidir.

Her amir de öyledir.

Her devlet adamı yine öyledir.

Hele eğitimciler çok daha önemlidir.

Aile reisi olan baba ve tabii ki anne birer meyve olan yavrularını asla kurtlandırmamalı, onları bataklıklara teslim etmemelidir.

Bu konuda çevre ve okullar çok önemli rol oynar.

İdareciler ise bataklıklara yol açan şeyleri yasaklamalı ve meyve bahçelerinin oluşmasına sebep olacak düzenlemeler getirmelidir.

Gençliğin eğitim ve öğretimini üstlenenler de, bahçesini ihmal etmeyen iyi bir bahçıvan gibi gayret etmelidir. Ama tabii ki onların işine kolaylık sağlayacak olanlar da idare edenler, emir ve ferman yayınlayanlardır. Yoksa işleri zordur.

İşte bütün bu gerçekler bize şu Hadis-i Şerifi hatırlatır:

İbn-i Ömer r. anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurdular:

 “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.

Devlet reisi bir çobandır ve sürüsünden sorumludur.

Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.

Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.

Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur.

Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum`a 11; Müslim, İmâre 20.)